23 Aralık 2010 Perşembe
jungle
21 Aralık 2010 Salı
KORKMA
kelimelerin arkasına geçmektense niçin sorunların önüne çıkmıyoruz.,ertelemeye çalıştığımız problemler arkamızda kuyruk olmaya devam ederken nasıl koşabiliriz o halde?
10 Aralık 2010 Cuma
Doesn't mean I'm lost
Just because I'm losing
Doesn't mean I'm lost
Doesn't mean I'll stop
Doesn't mean I will cross
Just because I'm hurting
Doesn't mean I'm hurt
Doesn't mean I didn't get what I deserve
No better and no worse
I just got lost
Every river that I've tried to cross
And every door I ever tried was locked
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off...
You might be a big fish
In a little pond
Doesn't mean you've won
'Cause along may come
A bigger one
And you'll be lost
Every river that you tried to cross
Every gun you ever held went off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the firing starts
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off…
7 Aralık 2010 Salı
Van Gogh gibi değil, Şems gibi...

Duvar, katil duvar yolumu biçtin,
Kanla dolu sünger beynimi içtin!
Bir cezaevi avlusunda hiç volta atmamış birinin, şairin bu dizelerde tasvir etmeye çalıştığı duyguları anlaması neredeyse imkânsızdır.
Nasıl anlasın, anlayamaz. Esaret duygusu bizzat deneyimlenmedikçe taklid edilemez, başka bir deyişle yeniden üretilemez.
Uyarmadı demeyiniz, empati kurmak, aslâ "yeniden üretmek" (reproduction) anlamına gelmez.
Yeniden üretmek ve yeniden yaşamak... Düşünceleri değil, ancak duygularını yeniden-yaşayabiliriz. Bir tür sanatçı duyarlılığı gerek. Bir tür annelik hassasiyeti.
Başkasının ruhunda olanın kopyasını çıkarmak ve yeniden-yaşamak en insanî tarafımız belki de.
En insanî ve en ilahî...
* * *
Her üç-beş adımda yürüyüşünüzü engelleyen, yolunuzu kesen bir duvar tahayyül ediniz. Üstelik dört bir yanınızda... önünüzde... arkanızda... sağınızda... ve solunuzda...
Her tarafınız duvar... Bir tek yukarısı müstesna. Şanslıysanız göğü görebilirsiniz, hiç değilse bir tel örtünün ardından...
Biraz sonra üstünüzde de bir duvarın (!) yer aldığı koğuşunuza girmek zorunda kalacağınızı düşünürseniz, bu kadarı da bir nimettir.
Kelâm ve Akaid kitaplarımızda Tanrı'nın cihât-ı sitte'den münezzeh olduğu yazılıdır. Altı yönden yani.
Tanrı'nın önü-arkası, sağı-solu, altı-üstü yoktur bu yüzden. İnsanınsa vardır.
Yanın, yönün varsa özgür değilsin demektir. Özgür, yani münezzeh...
Sınırlısındır çünkü. Mekânla. Sonlusundur aynı zamanda. Zamanla.
İnsan işte, sınırlı ve sonlu. Mekanla ve zamanla...
Peki ya esirler veya mahkumlar?
Onlar iki kez sınırlı, iki kez sonlu.
* * *
Hapishane Avlusu (1890).
Van Gogh'un en müstesna tablolarından birinin adı.
Geçen hafta Moskova'da Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi'nde karşımdaydı.
Hayret içinde seyrettim. Hüzünle. Acıyla. Huşûyla. Önünden ayrılamadım. Şaşmış, şaşakalmıştım.
Van Gogh'un hapishane deneyimi yoktur. Fakat bir duygu bu kadar mı yaşanmışcasına anlatılır, bu kadar mı içten, bu kadar mı sahici?
Esaret duygusu. Özgürlük duygusunun yitimi. Dört duvarla yolları kesilen adamların içine düştüğü o fasid daire. Bir türlü içinden çıkılamayan o lânet olası kısır döngü. İnsanı kuşatan çember. Nefesini daraltan pranga. Hapishane avlusu.
Duvarlarla yolu biçilen, süngerlerle beyni içilen otuzyedi adam.
VE o kasvetli dünyanın içinden göğe yükselen iki beyaz kelebek.
Bu tabloyu yaptıktan bir süre sonra Van Gogh tabancasını göğsüne sıkacaktır. Tam da 37 yaşında.
Resmi yaptığında St. Remy Kliniği'nde tedavi altındadır ve ağır buhranlar içindedir.
* * *
Üşenmemiş, birkaç yıl önce —bir talebemle birlikte— Fransa'nın güneyinde (Arles yakınlarında) St. Rémy'deki o manastır hastahanesini ziyaret etmiştim. Odasını... O küçücük odada neler çekmiş, hangi buhranlarla boğuşmuş olabileceğini tahayyül etmeye çalışmıştım. Cinnetini.
Bir manastır odasıydı. Penceresi görece geniş bir alana, aşağıda küçük bir bahçeye, duvarın ardından da geniş tarlalara bakıyordu. (Nitekim bu pencereden bakarak yaptığı resimler sanatseverlerin malumudur).
Hele o süsenler! Ah St. Rémy'de duvar kenarlarından bile fışkıran o güzelim süsenler!
Van Gogh St. Remy'den ayrıldıktan sonra biraz daha yukarıya çıkacak, Paris'in yakınlarına gelecektir. Auvers-sur-Oise'da intihar ettiği son eve.
En sevdiğim tablolarından birini, son tablosunu yaptığı yerde saatlerce oturmuş, tablonun renklerini karşımdaki manzarada görmeye çalışmıştım.
En güzel mavi ve en güzel siyah o tabloda bir araya gelmişti çünkü. "Tarlada Kargalar" tablosunda.
Bir de en güzel sarı. İçinden yeşilin aktığı kana boyanmış yaslı sarı.
Tabloyu yaptığı noktadan karşıya baktığımda ne göreyim, bu sefer kana boyanan tarla değil, göğün ta kendisiydi. Yani kızıllaşan sarılar değil, mavilerdi.
Kırmızı sarıya değil de maviye karıştığında ne olacaksa o an o olmuştu ruhumda.
* * *
Van Gogh Hapishane Avlusu'nu, küçük bazı değişikliklerle, Gustave Doré'nin 1872 tarihli bir gravüründen hareketle yapmıştı. Yani onu sınırlayan duvarlar dışarıda değil, içindeydi.
Kasvet. Keder. Elem. Hüzün.
Kendi hapishanesini çizmişti aslında. 37 yıllık ten hapishanesini.
Tende mahpus kalmış bir canın sıkıntılarını yaşıyordu. Kendi gölgesinin dışına sıçrayamamanın ızdırabını.
Taştan duvarlar değil, etten duvarlar arasındaydı.
Ten kafesinin parmaklıklarını kendi elleriyle kesip can kuşunu uçurmayı başarmıştı sonunda.
Kendisine bağışlanan cinnet nimetiyle özgürlüğüne kavuşmuştu. Ölmüştü.
Sizin anlayacağınız, volta atmasına gerek kalmamıştı artık.
Volta atmasına, yani resim yapmasına.
* * *
Ben avluda volta atarken ilk dizeyi şöyle değiştirir de söylerdim: Duvaaaar, duvaaaar, katil duvar yolumu biçtin...
Hem de bağıra bağıra...
Ancak çok sonra anlayacaktım ki aslında yolumu biçen karşımdaki beton duvarlar değil, bizzat kendimmişim.
Duvar da bendeymiş, sünger de. O meş'um duvarın ustası da benmişim, beynimi içen o kan dolu süngeri sıkan da...
Yıkmam gereken duvarın hakikatini öğrenmem için yılların geçmesi gerekiyormuş.
* * *
Dikkat et, ey talib, 'yıktım' demiyorum, sadece 'öğrendim' diyorum.
Ten duvarını yıkmak için yılların geçmesi gerekmez, ölmek yeterli.
Van Gogh gibi değil ama, Şems gibi.
24 Kasım 2010 Çarşamba
Öyle Yada Böyle...

20 Kasım 2010 Cumartesi
alyans

it was where everyone could see
he belonged to someone, but not me
on his hand was a plain gold band
plain gold ring has a story to tell
it was one that i knew too well
in my heart it will never be spring
long as he wears a plain gold ring
oh, oh
when nighttime comes a' callin' on me
i know why i will never be free
i can't stop these teardrops of mine
i'm gonna love him till the end of time
plain gold ring has but one thing to say
i'll remember till my dying day
in my heart it will never be spring
long as he wears a plain gold ring
plain gold ring on his finger he wore
plain gold ring on his finger he wore
plain gold ring on his finger he wore
19 Kasım 2010 Cuma
bomp bo bom pa
18 Kasım 2010 Perşembe
17 Kasım 2010 Çarşamba
12 Kasım 2010 Cuma
kitaptan
Başınıza yalnızca harika şeyler gelmişse, cesur olamazsınız(CHEN CHENG)
En yavaş yaşlanma yaşlılarda görülür(JEAN ROSTAND)
Elli yaşındaki bir adam kendini otuzunda hissediyorsa, yirmi yılını boşa harcamış demektir.(MUHAMMED ALİ CLAY)
Beyin harika bir organ;sabah kalktığınız anda çalışmaya başlıyor ve ofise gidinceye kadar da durmuyor(ROBERT FROST)
9 Kasım 2010 Salı
Organ Bağışı Haftası 03-09 Kasım
5 Kasım 2010 Cuma
29 Ekim 2010 Cuma
28 Ekim 2010 Perşembe
YGA 2010 LİDERLİK ZİRVESİ
lütfi kırdarda 27 kasımda bir liderlik konferansı gerçekleştirilecek.ilgili arkadaşlara duyurulur.
son aşvuru 7 kasım
bilgi için
http://www.yga.org.tr/
13 Ekim 2010 Çarşamba
Dans Et Şampiyon

“Danset şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için danset.. Çocuklar için salla yumruklarını.. Kiralarını ödeyemeyen işsizler için danset, şu alçağın işini bitir.. Meyhanelerdeki ayyaşlar için danset şampiyon, kanserden geberen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkümlar için, herkesin terkettiği eroinmanlar için, kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için.. Danset şampiyon, savaş onlar için! Bu aşağılık herifin işini bitir, çenelerini dağıt hepsinin.. Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun fahişeler için.. Meyhanelerde oturmuş demlenen bütün yalnız kalpler için.. Bilardo salonlarındaki yalnızlar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için, danset şampiyon, savaş onlar için.. Temizlik işçileri için salla yumruklarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için.. Savaş onlar için şampiyon! Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu aşağılık herifin! Seni kurtaranlar senatör değildi, vali değildi, başkan değildi.. Sokaktaki insanlar kurtardı seni.. Şimdi sokaklar adına savaş, hadi yavrum işini bitir şu aşağılık herifin.. Bu ring ikinize fazla, hadi bitir işini, suratını paramparça et.. Yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! Hadi yavrum salla yumruklarını, Muhammed Ali'yi hiçkimse yenemez, hiçkimse.. Sadece Cassius Clay yenebilir ama o da bu akşam aramızda değil. Danset şampiyon, hadi oğlum, danset..”
32. Kıtalararası Avrasya Maratonu

http://www.istanbulmarathon.org/
6 Ekim 2010 Çarşamba
2 Ekim 2010 Cumartesi

BEN KİM'İM
az miyim çok muyum
var miyim yok muyum
ben neyim
masal miyim gerçek miyim
kaç miyim göç müyüm
hiç miyim suç muyum
ben kimim
ibret miyim cinnet miyim
hiçlikler içinde kanayan yürek
yokluklar içinde savaşan beden
boşluklar içinde karişan zihin
güçlükler içinde değil miyim
yoksa… yoksa…
her ihanete akil erdiren
her cehalete kilif uyduran
her esarete fiyat biçtiren
sen değil de ben miyim?
geçimsizim bu günlerde
kimsesizim bu yerlerde
değersizim bu ellerde
çaresizim doğduğum yerde
gölgesizim her gün her yerde
ses miyim sus muyum
sis miyim pus muyum
ben neyim
deha miyim heba miyim
ak miyim pak miyim
al miyim sat miyim
ben kimim
yarar miyim ziyan miyim
yalanlar içinde doğruyu bulan
cayanlar içinde sözünde duran
satanlar içinde ayak direyen
yananlar içinde değil miyim
her adalete duvar ördüren
her cesarete kilit vurduran
her asalete boyun eğdiren
sen değil de ben miyim
geçimsizim bu günlerde
kimsesizim bu yerlerde
değersizim bu ellerde
çaresizim doğduğum yerde
gölgesizim her gün her yerde
İlik
Bütün evlilikler bir gün bitecek
Size bunu bildirmeyi bir görev bilirim
Bütün kelimesine yakışmayan
Her ne anlamı varsa evliliğin
Bütün koltuk takımlarıyla beraber
Bütün ah canım nasılsınlar
Güzel kadın çirkin kadın
Hasta ve gebe
hepsi bitecek
Tüller de perdeler de
Gündüz ve gece
hepten sönecek
Belki aranızdan biri ilk sabah hiç bitmesin ister
İlk sabah hiç bitmeyecektir
Ben bunu kastetmemiştim
Ben bunu kastetmemiştim
İlk sabah hiç bitmeyecektir
Kuşların uğultulu kanat çırpışları yahut
Huysuz ilk öpüşme
İlk çocuk ve ilk günaydın
İlk soğuk algınlığı
dargınlık
tokat
Tırnakların bir ilk birlikte kesilişi
Örülüşü örülecek kadar uzun bir saçın
dalgalı
Çaydan bir yudum almak
gazeteye bakmak gözucuyla
Evliyken çıkan ilk savaşı izlemek
televizyonda
Bunlar evet bunlar
ne derecede soylu
Nasıl da isteyerek
alarak
Yaşanmış olursa olsun
Bir gün gelip bitecek
Fakat ilk sabah hiç bitmeyecektir
Bunu daha önce de söylemiştim
Hakan Arslanbenzer
30 Eylül 2010 Perşembe
Geldiğimiz yerden döndüğümüz yere
Kerbela Sevgilim

hadi git bakalım
o eski şarkıdaki kız gibi
firavunların kollarına at kendini
ibrahim'in yarasını deş
hadi git bakalım
sancağın düştüğü yere git
şarap iç
gül ve oyna
27 Eylül 2010 Pazartesi
donnie darko

25 Eylül 2010 Cumartesi
24 Eylül 2010 Cuma
çanakkale sendromu
