29 Mart 2012 Perşembe

MÜZİK

Gecenin dördünde oturmuş sevdiklerim benden kaç kilometre uzakta uyuyor bunun hesabını yapıyorum. Rüyaları yan odadan geliyor gibi hissediyorum. Odamdaki tek soluk olmama rağmen yalnız kalmıyorum hiç.

Evime 2.884, sevgilime 2.959 km mesafem. Yiruma'dan sunny rain dinliyorum mesela şu an. Her birinin uykusuna gidip onlara görmek istediklerini göstermek istiyorum. Şarkı değişince bazı 'sevdiklerimi' uykularında boğmak da isteyebilirim tabi..

Müzik ruh halini etkiler evet, bu zaten biliniyor. Ama karakteri 'değiştirmesi' olacak şey değil. Oluru olmayan şeylere evet dedim, görünen köylerin yolundan onlarca kez saptım müzik yüzünden.
Müziğin büyüsü şöyle bir dursun, bir de yüklediğimiz anlamlar var. "Şu şarkı şu senede şurada şu olurken çalmıştı." Gerçekten? Hafızayı bu kadar gereksiz doldurmaya gerek var mı? Hadi unutalım nerde hangi şarkının çaldığını. Bilinçaltımızda kalanlarla idare edelim, sadece müziği tadıp bize geçmişte neler hissettirdiğini, şimdi neler gösterdiğini ve elinde geleceğimiz için neler taşıdığını görelim. Kulaklarımızı geri kalan her şeye tıkayıp müziğe izin verelim.. Beni değiştirebilecek tek şey o; bi gün teklif edilen işi kabul edip etmeyeceğime o sabah dinlediğim şarkı, evlenip evlenmeyeceğime ortamdaki müzik karar verecek. Neşeli bir şeyler olsa bari.


DipNot: Coldplay Yellow dinleyelim bi??

28 Mart 2012 Çarşamba

Funeral

"Did you ever wonder what it would be like if you weren’t you anymore? If you were suddenly gone

how would your world react? Whatever you imagined was wrong. There’s nothing romantic about

death. Grief is like the ocean: it’s deep and dark and bigger than all of us. And pain is like a thief in

the night. Quiet. Persistent. Unfair. Diminished by time and faith and love. I didn’t know him but I’m

jealous of him because I see how his absence has affected the people that did know him so I know

that he did matter to them. And I know he was loved. People say he was a great basketball player.

Graceful. Fluid. Inspiring. They say on a good night it almost seemed as though he could fly. And now

he can."

26 Mart 2012 Pazartesi

N'aber evren?

Sözümü tutarsam dondurmamı verecek misin Evren?
Biliyorum seninle pazarlığa oturulmaz ama..
Beni koruyacak mısın Evren?
Sevmiyorsun pek haksızlığı..İstediklerimi de biliyorsun hani.
Yanımda olacak mısın?
Oyuna başlayalım mı Evren? Arkamı kollayacak mısın?
Garanticiyim mi? Elbette!
Akıllandığıma emin olmadan istediklerimi vermeyeceksin.
Bu da biraz garanticilik değil mi?

Kuşaktan kuşağa

-Bak şimdi, böyle bir durumda benim anladığım...
Diye başladım söze. Açıkladım olanı, olması gerekeni.
-Sen ilk seferde bunu düşünememiş olabilirsin ama normalde bu tip durumlarda benimsediğimiz bakış açısı böyle.
diye de bitirdim.
--Anladım..
dedi.
Anla dedim içimden.
Anla çünkü bu zor bir şey değil aslında.
Çok işimiz var dedim. Önümüzdeki yol uzun daha..

ördek üzerinde bir adam #3

O kadar çok şey olagelmekte ki, hangisinden başlasam?..
--Arayayım mı?
-Şimdi maça gidiyorum, gece konuşuruz olur mu?
--Tamam, sen haber ver ama..

O konuşmaların hepsi mi yerindeymiş meğer.. Bazen düşünürdüm çok mu abartıyorum acaba diye, şimdi de benimle konuşmak için toplantılar düzenliyor, boş vakitlerimi soruyorlar. Şimdi de benim asistana ihtiyacım var iyi mi :)

İnsan ne ile ilgileniyorsa soruları,endişeleri,hayalleri de ona göre şekilleniyor. İstanbul sevdam, "nasıl olacak bu işler" telaşım, gidişine üzülüşüm hep bundan.

İnsan neden uzak kalıyorsa ona yoğunlaşıyor aslında. Yukarıdan bakıyor olan bitene, eksikleri, ihtiyaçları daha iyi görüyor. Elinden alınan şeyin kıymetini bilmek gibi.

Eğitimlerdeki ses kayıtları iyi ki duruyor, onlar bana hala yol gösteriyor. Senin yerine kimseyle geyik yapılmıyor, ama diğerleri benim gibi düşünmüyor. Belki bu yaz değişir bazı şeyler. Umarım, kum torbalarını atabilirim.

Delirdiğin zamanlar aklıma geliyor, şimdi herkes deliriyor. Birbiriyle paylaşıyorlar mı bilmiyorum, herkes ciddi. İnanabiliyor musun? Herkes ciddi. Ama kum torbalarımdan birinde bu da var. Her şey bitmiş sayılmaz yani.

Hayallerim değişiyor, sana anlatamıyorum. Planlarım, düşünce tarzım.. Her şey değişiyor.

Kendi yoluma girdiğimde tekrar görüşmek üzere..

Kim ne derse desin, ben seni özlüyorum.

20 Mart 2012 Salı

Biz Evren'le Ne Zaman Bu Kadar İyi Arkadaş Olduk?

Evrene mesaj 'atarken' hep birden fazla şey istedim. Asla "Sadece bu olsun, başka da bir şey istemem" demedim.

Ama şimdi, hayatımın dönüm noktalarından biri olan bi süreçte, daha önce hiçbir şey için hissetmediğim bir çekim, bir arzu var içimde. Kontrol edilemeyen bir istek, aklımdan çıkmayan bir hayal var gözlerimin önünde.

Bundan on yıl sonrasını görebildiğim bi anı yaşıyorum düşünmeden. Bugün sevgili arkadaşım Evren elleriyle getirdi, önüme koydu; "bak bu senin, al" dedi. Aynı karşı konulamaz mükemmel frambuazlı bi pasta gibiydi. Geri çeviremeyeceğimi biliyordu. Uzun zamandır istediğim hayalime tek bir adım kalmıştı. Gözlerine baktım, "tamam" dedim.

Birkaç hafta sonra gelip 'benim' olduğunda önce ellerini tutacak, sonra hayatım boyunca bırakmayacak gibi sarılacağım. Bana şans dileyin...
Bundan 5 gün önce bir yazı yazmış Yılmaz Özdil. Ben daha yeni okuma fırsatı bulabildim. Çok etkilendim, neredeyse gözlerimden yaş gelecekti. Henüz okumadıysanız, ustanın kaleminden Madımak'a dökülenler:


Cura

Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu'nun bağrından kopar, yolu Paris'e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken, bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura'sını tıngırdatmaya, yanık yanık söylemeye başlar:

“Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil, insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi, kamili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil...”


*

Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden, ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından resim ve sinema eğitimi için Rusya'ya gönderilen... ABD'de Fransa'da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı'ndan Altın Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne gönderilen Abidin Dino.

*

Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu kokan ozan'ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer, evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim Merkezi'nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola derler, ne lazımsa biz sana alalım... “Bale ayakkabısı alacağım” der! Dino'lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle
devam eder: “Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim.”

*

Çünkü...
Nesimi Çimen'dir o.

*

Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964'te yapan, Almanya'da Fransa'da İsveç'te albümler çıkaran, dünyanın en önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye'de ha bire gözaltına alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan, ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan, yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye gayret eden... Sazın sözün, üç telli cura'nın ustası.

*

Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri'de ırgatlık yaparken, aşiret ağasının kızı Dilber'e aşık olur, Dilber de ona, kaçarlar, Adana'ya... Evlatları olur. Almanya'ya işçi yazılır, nefes darlığı olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar Kemal'le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul'a göçer, gecekondu kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve gider, Nesimi'yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri çalıp söylediği cura'sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız der, ozan'lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır. Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban'ın tek göz oda gecekondusuna gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal'in yanısıra, gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran, caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Aşık Mahsuni Şerif vardır... Ve, kurban olduğum, Can Yücel.

*

Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla kazandığı halde “torpil yaptı dedirtmem, seni gönderemem” diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör Gazi Yaşargil'e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge Üniversitesi'ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan verici şairi Can Yücel.

*

Bi gün, Nesimi'nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna bakar şöyle Can Yücel... “Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader” der. Nesimi de “peki” der.

*

Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet Konservatuarı'nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar. Yazarlar ama, keman alacak parası yok. Okul hediye eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır. Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da mecburen cura'sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak, sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir... 14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya, koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: “Nerde mutluysan, orda yaşa!”

*

Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır, babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır, Orhan Gencebay'ın arkasında çalar, neticede Konservatuar'dan mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne girer.

*

Mazlum Çimen'dir o.

*

Nesimi'nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında “Mazlum” adını koyduğu oğlu...
Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum.

*

20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz'den Hisseli Harikalar Kumpanyası'na sayısız müzikalde dans etti. Edip Akbayram'a Fatih Kısaparmak'a besteler verdi. Film müzikleri yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza'nın yanısıra, Almanya'dan Fransa'dan İsviçre'den ödüller kazandı. Dizi film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal'in ölümsüz eseri Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik'i kurdu.

*

Oğul da, Saki Çimen...
Nesimi'nin torunu.
Piyanist.

*

Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı. Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle eşlik etti.

*

Bale ayakkabısına dönersek...
Paris'ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi, orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı... Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü curanın içine girdi, ööyle dinledi.

*

Senelerce bunu anlattı.
Gel zaman git zaman...
Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası cura çalıyor, “o adam” adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi...
O adam, bu adam mıydı?
Evet dedi Nesimi...

*

Peter Gabriel'di.

*

Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis'in kurucusu... Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı Grammy'si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.

*

Ve...
Yaktılar o Nesimi'yi!
Sivas'ta yakılanlardan biri.

*

Ve, değerli gençler...
Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta.

*

Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı'ya yelken açan yolculuk'tur asıl önlenmek istenen...
Yobazlığı hâkim kılmaktır.

19 Mart 2012 Pazartesi

18 Mart 2012 Pazar

18 Mart Çanakkale



Bulutlar sarmıştı her yanı,

Kapkara bir geceydi,

Yağmur,bardaktan boşalırcasına,

Sağnak gibi yağıyordu,

Yedi düvelin gemilerinden yükselen,

Top,tüfek sesleri,

Her yanı inletiyordu,

Mustafa Kemalin askerleri,

Aslanlar gibi dövüşüyordu,

Ve Çanakkale kahramanca,

Düşmana selam veriyordu,




Kükrüyordu tepeden,

Mustafa Kemal,

Vatanıma ayak basacaksa düşman,

Yaşamanın ne gereği var,

En son nefer ölünceye kadar,

Dövüşeceksiniz aslanlar,

Görecek bütün dünya,

Ne aslanlar doğururmuş,

Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.

Ali Osman Yılmaz

- sana paramparçayım -


hayatımın tam orta yerinde
bavuluna atıp tüm çocukluğumu çekip gittin usulca
sana paramparçayım baba
paramparçayım,parçalarım senden ibaret
hep söyleyemediğin şeyler vardı
hep zamanını bekledik
hep sustuk ya erteledik
sana paramparçayım baba,o zaman hiç gelemedi

akşamüstü bir sensizlikte
akşamın altında sessiz ve yaralı ben
söyleyecek sözüm yok sana baba
paramparçayım
yaşayan yanımıda aldın giderken
sen olan yanımı aldın
ne kadar kaldım ki?

sana paramparçayım baba
bliyorum zaten yoktun hayatımda
ben hiç bir sabaha seninle uyanamadım
hiçbir kahvaltıyı seninle edemedim
ama orda olduğunu bilmek güzeldi

sana paramparçayım baba
tavanımda gözlerini unutmuşsun
beni kendinde
kendini duvarımda

her gece gözlerine bakıyorum baba
sana paramparçayım
o dogru zaman hiç gelmedi
konusacak seyler vardı

çek şimdi gözlerini üstümden
sana paramparçayım
beni kara kutuma terkettin
her güne bir paket de hasret söndürüyorum
gözlerin gözlerimdeyken

seni özlüyorum baba
bunu söylemeye ihtiyacım var
seni seviyorum

17 Mart 2012 Cumartesi

Hemen inandın di mi, safım benim.

- Hemen inandın di mi, safım benim :)
-- Peki madem :)

O gülücük bildiğin sahteydi! 

Peki madem, ben de son 1 saatimi senin bana ne yazmış olabileceğini düşünerek geçirdim; kaşla göz arası mesaj atıp Pazartesi günü dersim olup olmadığını sordum sınıftakilere, yanına gelebilmek için plan yaptım. Peki madem, sen yine yediysen beni, önemli değil yani. ihi. (al bu da diyalogdaki gülücük) 

Çok çok sevdiğim arkadaşım da karşımda heyecanla bir şeyler anlatıyordu üstelik. Saat olmuş gece yarısı, belki gitmem bu gece eve diye düşündüm. Muhabbet uzun zamandır yaptığım en iyilerinden biriydi çünkü. Ama son bir saati seninle zaman harcayarak geçti. Neden ki?

Eve gelip bozuk telefon ekranıma rağmen mesajı sonunda okuyabilince hissettiğim; hayalkırıklığı.
Göğüs hizasından boğaza kadar bir burkulma gibi gelen saf hayalkırıklığı.
Sonra da pişmanlık, neden kızın evinde kalmadım ki, neden sanki dünyanın en önemli şeyiymiş gibi hemen ilgim sana kayıverdi?

Oysa biraz sakin kalıp o ana odaklansaydım, belki -bilmiyorum bu mümkün mü ama- çok daha eğlenecektim sohbetimizden. O bana bir şey anlatırken bir an dalıp gitmeyecektim; seni düşünürken bulmayacaktım kendimi. Hayır belki orada kalacaktım, sabaha kadar sohbet muhabbet, sosyalleşmek kötü mü sanki? Neden koştur koştur eve geldim ki?

Gece ışıkları söndürürken aklımdan geçirdim, "o an" filozofları belki de haklıdır. Anı yaşa, geçmişin anısı geleceğin endişesi blabla.

Bana hep zaten anı yaşıyoruz ki abi, gibi gelirdi. Dün aynada kendimi görmek gibi fark ettim, "an"ı falan yaşadığım yok benim. Daha çok "anı" yaşıyorum.

Kendime bozuldum, senden utandım. Kızı düşündüm. Geri gelmeyecek "an"ı düşündüm, olmayan şeyleri planlayarak geçirdiğim "an"ı.

Artık geçti. Çok fena küstüm o ayrı. Bundan sonra öyle bir "an" olmayacak o apayrı.


16 Mart 2012 Cuma

Sometimes I think that we waste our words and we waste our moments and we don't take the time to say the things that are in our hearts when we have the chance.

15 Mart 2012 Perşembe

Dizi

Çok ama çok sevdiğim biricik dizimin son sezonunun 10. bölümünün yayınlandığını görüp izlemediğim son 4 bölümüm olduğunu düşündüm. Aslında sevdiğim dizi falan değildi. Aklımda ilahileştirdiğim birkaç karakterdi. Hayatımdakileri önce onlarla özdeşleştirip sonra farklı çıktıklarında kendimi hep yine o diziyi izlerken buluyordum. Yine söylediğim korkunç yalanlara inanıp gözyaşlarımı siliyor ve kandırmacalı dünyamda yaşamaya devam ediyordum. Dizi bittiğinde Nathan Haley'i yine dünyadaki her şeyden fazla sevmeye devam edecekti. Ona her zaman dürüst olup hayatında sadece ona yer verecekti. Peyton kaprislerini bir kenara bırakmayıp kendini türlü dramaların arasında bularak yıllar önce kaybettiği aşkının hayatından nasıl tamamen çıktığının yasını tutarken müziğe sarılacaktı ve sonra Lindsey'in düğünde terk ettiği, sevgilisi Lucas'la evlendiğinde her şeyi bırakıp terk ettiği Tree Hill'den uzakta mutlu mesut yaşayacaktı. Brooke her zaman hayalini kurduğu ailesinin kıymetini her daim bilecekti, tabii Julian da onun. Bunların hepsi olurken artık ben göremeyecektim. Yeni bir bölüm çekilmeyecekti. Eski bölümlerini milyon kez izleyebilirim ya da kendimi bu kısır döngüden dışarıya atıp basit bir diziyi izlemekten daha fazlasını yapabilirim diye düşündüm. Bazen sevdiğimiz şeylerin devamının gelmeyebileceği gerçeğiyle yüzleştim. Yıllar sonra dönüp şöyle bir baksak da kendi yoluma devam edebileceğimi anladım. Önemli olan tek şey 'ben' bu kainatta. Gerisiyle çok fazla haşır neşir olmaya lüzum yok, eğer mutlu değilsen onlarla. Anlayacağınız gördüğümüz, fark ettiğimiz küçük şeyler sadece hayatımızla ilgili radikal kararlar almaya bile sürükleyebiliyor bizi. Ne izlediğinize, ne işittiğinize, ne hissettiğinize dikkat edin. Gerekirse bazen at gözlüklerinizi takıp dolaşın.. Şiddetle tavsiye edilir.

14 Mart 2012 Çarşamba

Kız kimyası

-Yazıları gördün mü?
--Biriktirdi biriktirdi bir anda patladı herhalde..
- Yok, onun kalbini patlattılar.

Aynen de öyle. Kız milletine bulaşmayacaksınız azizim. Yeri geldi mi bir çenesi kasılası Nurhayat, bir mutluluktan yere göğe sığmayan; o boya posa bakmadan fittiri fittiri seksek oynayan Deniz, bir olur olmaz yerlerde 5 dk'lık uykulara dalan Açılay olabilir!

Patronun tek bir sözüyle gaza gelip gecede iki doküman yazabilir. Hoşlandığı çocuktan bir bakış çalsa dünyalar onun olabilir. İlişkinin önünde kendi cinsinden bir tehdit görse enginlere sığmaz taşar, yıkar kırar. Ağız burun dağıtır. Ama kan çıkmaz. Soğuk, psikolojik, hastalıklı savaşları sever. O ayrı.

Ne bileyim zaman zaman dengesizdir de. Kabul. Duygularından emin olana kadar erkeğin canını çıkarabilir, otobüs duraklarında saatlerce bekletip, gördüğünde de çat! diye lafı sokabilir. Geçmişi unutmayabilir, unutuyorsa "bildiğin seviyo!" demektir.

Gayet davetkar, bazen itici, ayda bir defa da hassas olabilir. Konuşmazsa dinlemek isteyebilir, dinlemiyorsa canını sıkıyorsunuz denebilir. Her şeye rağmen gerçekte hiç ama hiç gitmiyorsa yanınızda mutlu demektir. Bazen dondurma, her zaman çikolata, arada bir de sarhoş olmak ister. Dünyayı gözünde küçültmek, hayallerinin gerçekliğini görmek adına.

Kadın, işte bunlara kadir. Kızdırmayın, kızmayın, ağlatmayın, oynamayın.
Hatta.. 
Adam olun len!

:)

DipNot : Kadının psikopatlığı burada bile belli; çemkirgen cümlenin ardından hemen bir gülücük. Yemin ederim dengesiziz. 

“Bursalı mısın Kadifeli Gelin” Gelinlik Sergisi




Ondördündeydim evlendiğimde,

Bahçedeki salıncakta sallanırken söylemişlerdi

Görücülerin geldiğini…

Sonrası seremoniler işte.

Sözdü, nişandı, kınaydı oyun gibiydi her şey !

Ama şimdikilerdeki gibi değildi hiçbiri.

Neyse! O zamanlar bizim oralarda terzi nerede?

Olsa da terziye verecek para nerede?

Sözün ertesi işlemeye başlamıştım gelinliğimi

Sonra ablamlar, annem yardım etti dikişe

O da oyun gibiydi, ne eğlenirdim.

Düğüne anca yetişmişti.

Sonra!..

Giydiğim gün anladım artık çocukluğun bittiğini.

Domino


Biz kızlar kol kola yürüyoruz. Hep. Birimize çelme takıp düşürmeye kalkan biri olursa dikiyoruz gözlerimizi, baştan uzun uzun hoşlanmıyoruz ondan. Düşecek gibi olursa, yere kapaklanmadan yakalamaya çalışıyoruz. Bildiğimiz yoldan saptırmaya çalışırsa daha sıkı sarılıyoruz birbirimize. Sonrası malum: savaş alanı. Havada uçuşan, yaşanan yaşanamayan anılar; ortalık toz duman, göz gözü görmüyor. Peki ondan da sonra? Akşam toplantıları, teselliler, yatıya kalmalar, tavsiyeler, yaş pastalar, umutlar, paket paket yenen dondurmalar (bu A4 sorumlusuna gelsin), gözyaşları, girilmesi planlanan diyetler, nefret dolu cümleler... Birimiz yaralandı mı canı yanan sadece o olmuyor. Peki karşımızda kim mi var? Yine grup grup kızlar...

13 Mart 2012 Salı

Evrenim evrenim


Evrenim evrenim, nasılsın? Geçen hafta biraz soğuktuk farkındayım. Ama kişisel bir şey değildi inan. Bugün sana farklı şeyler için geldim. Beni sonra hallederiz nasılsa..

Bu sıralar herkeste bir haller var bilmem senle ilgisi var mı?
Kimi elinde kalbi nereye gideceğini bilememiş oturmuş bir köşeye, kimi atsam mı atmasam mı diyor bu eski hikayeleri..

Bir tanesine daha denk geldim dün, hataların sonucunu soruyor bana.. Ne kadar sürermiş bazı cezalar..? Diyebildim ki, gerçekten seviyorsan, sonu hep mutlu olur.. Sen işini bilirsin, konuşmamızı da duydun hani, az cezalarla sıyrılt insanları pişmanlıklarından olmaz mı?

Bir başkası şimdi deli dünya dertlerinden önünü göremiyor, bir tanesi hani derler ya, hasretlik çekiyor. Birisi de neye ne hissedeceğini bilemiyor.. 

Hepsine diyorum, "o öyle değildir", "elbetteki seni seviyor"; hepsine diyorum ki, "hep geçecek".

Ayrılanlar kavuşacak, birbirlerine ya da ait oldukları kişilere. Hiç tatmayanlar beklemeye değdi, diyecekler. Şüpheler hep silinecek, ortaya saf sevgi hali çıkınca. Her şey en sonunda mutlu olacak. Çünkü hepimizin hikayesi aslında daha yeni başlıyor.

Kocaman sevgiler..

yolculuk

Daha geçen gün blog yazarlarımızdan birine "aynı hata iki kez yapılmaz" diye çemkirdim. Dönüp baktım yaptığım hatalara; hepsi birbiriyle aynı, hepsi bütünüyle bana ait. Annem: "İnsanlar sizi üzüyorlarsa buna siz izin veriyorsunuzdur." der. Hatun bu işi biliyor der geçerdim. O hatalara dönüp baktığımda bu yüzden kendimi gördüm. Bu yüzden hayallerimi süsleyen, hep bi köşede duran deniz coştu. Büyüdü, büyüdü, kocaman hırçın bi okyanus oldu. Maviliğine baktım ve kapattım gözlerimi. Yaz mavisi gözlerdi hep aklımdakiler. Düşlerimde gördüğüm güzellik değildi bu, hiçbir zaman olmamışlardı. Sırtımı döndüm; neşeli, bahar gibi hızlı adımlarla uzaklaştım ve aslında her zaman içten içe bildiğim gerçeğe döndüm yüzümü. Daha emin ilerliyorum yolumda, daha kararlı. Hayallerimi dört duvar arasına sığdırmam gerekmeden devam ediyorum.

12 Mart 2012 Pazartesi

yazmış olmak için yazdım sadece

Nedir bu benim kendimi kaybetmelerim? Öfkelenince gözüm hiç kimseyi, hiçbir şeyi görmüyor. Yogaya mı başlasam, kendimi yollara mı vursam bilemedim... İnsan kendine katlanamazken karşısındakinden nasıl tahammül bekler allasen? :D Komik yani. Tabi her zaman gülmüyorum ben bu öfke krizlerinin sonunda. Bazen sonrasında laf anlatmak zor olsa da ruhumu değiş tokuş edemeyeceğime göre bi şekilde benimle yaşamayı öğrenmemiz gerek. Bu gereksiz bilgileri verdikten sonra karmaşık duygularıma geri dönüyorum. Önümüzdeki günlerde görüşürüz bence. Malum, yaz geliyor! :))

11 Mart 2012 Pazar

Etme

Duydum ki sefere çıkmayı kuruyormuşsun.. Etme.
Bir başkasını sevmeye, bir başkasını dost edinmeye niyetlenmişsin, yapma.
Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kast ediyorsun?
Etme.
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.
Çalma bizden bizi!
Gitme o ellere doğru..
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay! Felek harap olmuş, altüst olmuş senin için
Bizi öyle harap öyle alt üst ediyorsun, etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun?
Etme.
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmaya kast ediyorsun, etme.
Ey makamı var ile yokun üzerinde olan kişi!
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı..
Ey hırsızlığa da değen! Hırsızlık ediyorsun, etme!
İsyan et ey arkadaşım! Söz söyleyecek an değil..
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun.
Etme..

10 Mart 2012 Cumartesi

Macera #2

3. kişi git başımdan. Seni severim, zaman zaman bana bir ikinci kişi, bir kanat adam, bir Robin, Cuma hatta Patrick olmuşluğun bile var. İyiyiz hoşuz ama böyle konuşacaksan git gerçekten.

Aklımı karıştırıyorsun. Tek istediğim neden canımın birden bire sıkıldığını ve bir türlü düzelemediğini anlamaktı. Neden bana öyle dedin? Beni hep korursun kollarsın, yapıp yapıp sana ağladığımda da dinlersin. Ama neden aklıma bir ön yargıyı geçiriverdin? Saf saf düşüncelerle dolaşıyordum ortalıkta, what happened? (A4 Sorumlusu DipNot : Evdeki özel durumumuzdan kaynaklı konuşmam kayıyor, ve konuştuğum gibi yazdığım için de buraya yansıyor.)

Duygularımı harekete geçirmek istemiyorum. Şarkı dinlerken dalıp gitmemeliyim! Hadi çek şu düşünceleri üzerimden. Beni korkutuyorsun. Mutlu olmak istemiyorum, mutsuz olmak da istemiyorum. Sanırım hissetmek istemiyorum, iyiydi böyle ya hacıt. Valla bak. ("ya hacıt" da Arapça gibi oldu iyi mi..)

Bazı insanlar bazı şeylerden yoksun yaşar, bırakalım eksik kalsın olmaz mı? Elbette benim de hayallerim var, şurada bir bavula kaldırmış olmalıyım. Şimdi ise taşınıyorum ve tüm bavullar açılıyor, nerede ne var görüyorum. Galiba her şey seninle de başlamadı 3. kişi.
Tüm bu taşınma durumu.. gerçek sorumlu.

Devam edecek...

Macera #1

"Hayatım bir bozuldu, bir daha düzelmiyor be Merto.." 
Bir ara ortalıkta böyle dolaşıyordum. Bu cümleyi kurduktan sonra da 3 yıl sürecek bir aşka tutuldum. Şimdi de yine hayatımda bir macera, endişelenecek; üzülecek; sevinecek, duyguları gıcırdayan yerlerinden yağlayacak bir hareketlilik seziyorum.. 

Neden mi?

1- Çünkü sezon başındayız! : Yenilenen bir kadro, tatilden yeni dönmüş mis gibi bir ben, bir sürü iş, yeni bir senaryo..
2- Çünkü, belayı çekiyorum, diyelim. : Bu macerayı büyük ihtimalle ben yaratıyorum hayal gücüm sağolsun. Ama o macerayı yaratmazsam da hayatımı mahvedebilirim. Hani illa ki bir şey yapıyor olmalıyım anlatabildim mi? 
3- Çünkü, ani yurtdışı gezileri yetmedi anacım. : Bu kadar da çirkef, gözü doymaz, yetinmez bir insanım. Yurt dışına gittim, sırf keyif için. Hakikaten de keyif alarak onca para bayıldım, şimdi çulsuz çulsuz yeni eve nasıl taşınacağımı düşünüyorum, ama dediğim gibi, benim derde değil sadece yeni maceraya ihtiyacım var. Ahan da buldum onu.

Stres, heyecan, merak, üzüntü.. Zaten çok yerinde duramayan ruh halim iyice değişkene bağladı, marjinal taklidi yapan sanatçılar gibi kendimi bilmez bir halde dolanıyorum ortalıklarda.. Görürseniz hiç umursamadan geçip gidiniz yolunuz açık olsun. 

Ergenliğime tekrar hoşgeldim! Günlük tutmacalar, şarkı seçmeceler, herhangi bir toplu taşıma aracında kafayı cama dayayıp tüm halkı reddederek kendini soyutladığını sanmacalar.. 14 yaşındaki halim bu tipime ölürdü biterdi yemin ederim!

Ama geçecek. Tamam, sırf heyecan olsun, uzun zamandır ilk defa şarkı dinlemenin bir anlamı olsun diye bu etrafımda olup biten şeye kayıtsız kalmıyorum, ama bu duygu dengesizliğine doyduktan sonra vallahi bırakacağım. Geçecek.

İlerleyen günler maceranın başlangıcı, devamı, karakterler, tabii tabii hatta mutfağımı bile açacağım sizlere.. 
O değil de arada bahsederim olup bitenlerden. Başlık aynı olur, takip edenin başı göğe erer.

... To be continued. (stolen from Stan Lee)

6 Mart 2012 Salı

Bu gece tüm Teoman'lar sana gelsin bebeğim

Çok sıkkın canın bilmez miyim.. İnsanlara selamı sabahı kesmişsin, gördüm seni, yüzün de asık. Duyar duymaz tahmin ettim, ayrı düştüğünü en büyük rüyandan. Anlatmıyorsun, konuşmuyorsun benimle. Kimseyle konuşmuyorsun.. Belki o benim sinir olduğum, senin nasıl anlaştığını anlayamadığım hatunlara bahsediyorsundur.

Onları hep benden çok sevdin zaten.
Kıskanıyor muyum? Herhalde! Arkadaşımsın burada, kıskanacak daha iyi bir şeyim var mı? Neyse bu konular seni beni hep kasıyor, geçelim.

Şimdi ne diyeyim ki sana, oluyor bazen böyle. Biliyorum ilk değil, veya belki de zamanı tutturamadın bir şekilde. Hepsi geçecek, çok güçlüsün. Sen kendini biliyorsun şimdi konuşturma beni. Sadece gözün tüm bu sahip olduklarında değil belki. Ama seni geleceğine bu sahip oldukların götürüyor be arkadaşım. Eminim gelecek daha parlak. Bir şekilde daha iyi olacak.

Eminim 40 yaş kabusun da düşündüğün kadar kötü olmayacak. Hepsi geçecek. Hep geçti. :)

Teoman'a senle başlamıştım, şimdi videoları şerefine açıyorum.
Bu gece tüm naif Teoman şarkıları sana gelsin.



Sevgiler.

İNSAN

Güven doğduğun anda başlıyor.İlk doğduğunda annene sonra babana, kardeşlerine, arkadaşlarına, öğretmenlerine, sevgililerine, evleneceğin insana, doktorlarına...güveniyorsun zaman içinde. Güvendikçe güvenilmeyi öğreniyorsun. Güvendikçe seviyorsun güvenmeyi. Sen bekledikçe başkalarından eğer mayan sağlamsa sana güvenenler de oluyor. Güvenin ne olduğunu anladığını zannettiğin zaman sorun başlıyor. Yaptığın her şeyde, sana güvenen insanları mahcub etmeme hissi hissediyorsun. Yanlış yaptığında da üzülüyorsun , kızıyorsun, ya da üzüyorsun.Mükemmeliyet istiyorsun. Belki de sana emek verenleri aramamanın sebebi de bu. Ne anlatacaksın ki onlara.  Ne yaptın?

Bu gün yaptığım bir şeyden sonra farkettim. Duymam gereken mahcup olma değil yanlışlarda, minnet duymak sana güvenenlere, sana insan olmayı hissettirdikleri için.  

4 Mart 2012 Pazar

30 Ocak


bir insanı kaybetmek.. zehir zemberek!...
önce anlamıyorsun ne olduğunu,
derin soluklu uykundan sarsarak uyandırıyor hayat seni.. "ben kimim?" "nerdeyim?"
lere gidiyor aklın. ağzına aldığın koca bir lokma gibi keşke almasaydım diyorsun bu haberi
kaldıramayacaksın gibi geliyor. kaldıramıyorsun da zaten...
gözlerinden yaşlar süzülürken sen hala tam olarak ayırdına varamıyorsun..
etrafında olup bitenler umurunda değil zaten, işin kötüsü kendini de unutuyorsun.

 gerçek; ölüm.. gerçek; acı.. bu kayıp hele de ilkse senin yaşamında
acın katlanarak artıyor,bunu en derininde hissediyorsun...
aklın fikrin almıyor; nasıl olabiliyor? sorgulamaya başlıyorsun, her şey boş,anlamsız..
aklın fikrin almıyor; ardından isyanlar geliyor; neden böyle bir şey oldu? hangimizin günahı bu?
unutamıyorsun,üzülüyorsun...

 biraz önce kollarında sarsıldığın hayat önüne ilgini dağıtacak yeni
uğraşlar sunuyor,kabul et ya da etme gündelik sorunlar her tarafını sarıyor
mecbursun işe koyulmaya...
başlıyor başka telaşlar hatta bir an unutturuyor sana derdini..
hatta bir an unuttum sanıyorsun, yanılıyorsun...
bak oraya, kalbinde bir boşluk.. onun yeri dolmuyor...
normalde gülüp geçeceğin şeyler daha bir anlam kazanıyor
bir an hayata bakışın değişiyor hani artık o ilk şok da yok
kendini başka hissediyorsun anlatamıyorsun...
anlamıyor da zaten seni kimseler
kızıyorsun.. ama esas öfken bastırdığın acına...
bir gün, kötü hissediyorsun gerçekten, o gün her şey sana onu hatırlatıyor
ister istemez, olur olmaz her şey... ağlıyorsun..

oysa bir kaç gündür sanki unutmuş gibiydin!
günlük yaşam derdine, bastırılmış yasın kaldığı yerden devam ediyor
gözlerinden düşen her damla onu daha şimdiden ne kadar özlediğini
ve onu daha ne kadar çok özleyeceğini anlatıyor..giden gerçekten gelmeyecek diyorsun
işte o zaman ayırdına varıyorsun.."sanki şu kapı açılacak da..." gibi cümleler o zaman
çıkmaz oluyor ağzından

 hayatının en berbat ayrılığı oluyor bu.. istemeye istemeye veda etmek..onun fotoğrafını gördükçe
artık sesini duyamayacağını yeniden fark etmek.. için için ayaklanıyorsun! kabul etmiyorum!, diyorsun
ama sonra.. istemeye istemeye alışıyorsun... olup biten bundan ibaret

OSCAR

             84. Oscar ödülleri sahiplerini buldu

                               
 Biz yine birazcık geç kalsak da sinema dünyasının heyecanla beklediği 84. Oscar ödüllerini alanlar  belli oldu. Ödüllerde büyük sürpriz olmadı.Zaten anketimizde olduğu gibi Baftada da adını çokça duyuran The Artist ödüle boğuldu.Bu arada  dipnot Streep de 3. kez Oscar almış.Ödüllere bakarsak;

                                                   En iyi film Ödülü: The Artist                                                                                                   



                                                      En İyi Erkek Oyuncu


                                                    Jean Dujardin "The Artist"



En İyi Kadın Oyuncu

Meryl Streep "The Iron Lady"



En İyi Yönetmen

Michel Hazanavicius - The Artist

En İyi Kısa Animasyon:


The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore - William Joyce, Brandon Oldenburg

En İyi Kısa Metraj Belgesel:


Saving Face - Daniel Junge, Sharmeen Obaid-Chinoy

En İyi Kısa Film:


The Shore - Terry George, Oorlagh George

En İyi Orijinal Senaryo

Woody Allen ''Midnight in Paris''

En İyi Uyarlama Senaryo


Alexander Payne ve Nat Faxon & Jim Rash "The Descendants"

En İyi Şarkı

Man or Muppet ''The Muppets''

En İyi Müzik

The Artist - Ludovic Bource

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

Christopher Plummer ''Beginners''

En İyi Görsel Efekt


Hugo - Robert Legato, Joss Williams, Ben Grossmann, Alex Henning

En İyi Animasyon

Rango - Gore Verbinski

En İyi Uzun Metraj Belgesel:

Undefeated - Daniel Lindsay, T.J. Martin, Rich Middlemas

En İyi Ses Kurgusu


Hugo - Philip Stockton, Eugene Gearty

En İyi Ses Miksajı

Hugo - Tom Fleischman, John Midgley

En İyi Kurgu
The Girl With The Dragon Tattoo - Angus Wall, Kirk Baxter

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu


Octavia Spencer - The Help

En İyi Yabancı Film


Jodaeiye Nader az Simin (A Separation)- Asghar Farhadi(Iran)

En İyi Makyaj

The Iron Lady - Mark Coulier, J. Roy Helland

En İyi Kostüm Tasarımı

The Artist - Mark Bridges

En İyi Görüntü Yönetmeni

Hugo - Robert Richardson

En İyi Sanat Yönetmeni

Hugo - Dante Ferretti, Francesca Lo Schiavo