23 Aralık 2010 Perşembe

jungle

yolculuk artık hergün monotonlaşmış benim için.bugun kafesimin parmaklıklarını kırma fırsatını yine pençelerimin tersi ile ittim. uzanmışım golgeliğe seyre dalmışım beyaz kesik çizgleri rahatımda iyiydi karşımda bi ceylan. içimden yabani duygularımın ağır basmasına izin vermedim.belli yükü vardı. diyemedim yardım edeyim mi diye.belkide ben kaplanım o da ceylan ya zarar verir mi bana diye düşünmesinden çekindim.

21 Aralık 2010 Salı

KORKMA

yapıyoruz ediyoruz yanlışsa bahanelere sığınıyoruz,başarıya ulaştığımız da bile bahane üretiyoruz.bu kadar mı korkak olduk.kimden neden korkuyoruz peki?
kelimelerin arkasına geçmektense niçin sorunların önüne çıkmıyoruz.,ertelemeye çalıştığımız problemler arkamızda kuyruk olmaya devam ederken nasıl koşabiliriz o halde?

Aloe Blacc - I Need A Dollar

http://www.youtube.com/watch?v=iR6oYX1D-0w&feature=player_embedded#!

10 Aralık 2010 Cuma

Doesn't mean I'm lost


Just because I'm losing
Doesn't mean I'm lost
Doesn't mean I'll stop
Doesn't mean I will cross

Just because I'm hurting
Doesn't mean I'm hurt
Doesn't mean I didn't get what I deserve
No better and no worse

I just got lost
Every river that I've tried to cross
And every door I ever tried was locked
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off...

You might be a big fish
In a little pond
Doesn't mean you've won
'Cause along may come
A bigger one
And you'll be lost

Every river that you tried to cross
Every gun you ever held went off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the firing starts
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off
Ooh-Oh, And I'm just waiting till the shine wears off…

7 Aralık 2010 Salı

Van Gogh gibi değil, Şems gibi...


Duvar, katil duvar yolumu biçtin,

Kanla dolu sünger beynimi içtin!

Bir cezaevi avlusunda hiç volta atmamış birinin, şairin bu dizelerde tasvir etmeye çalıştığı duyguları anlaması neredeyse imkânsızdır.

Nasıl anlasın, anlayamaz. Esaret duygusu bizzat deneyimlenmedikçe taklid edilemez, başka bir deyişle yeniden üretilemez.

Uyarmadı demeyiniz, empati kurmak, aslâ "yeniden üretmek" (reproduction) anlamına gelmez.

Yeniden üretmek ve yeniden yaşamak... Düşünceleri değil, ancak duygularını yeniden-yaşayabiliriz. Bir tür sanatçı duyarlılığı gerek. Bir tür annelik hassasiyeti.

Başkasının ruhunda olanın kopyasını çıkarmak ve yeniden-yaşamak en insanî tarafımız belki de.

En insanî ve en ilahî...


* * *
Her üç-beş adımda yürüyüşünüzü engelleyen, yolunuzu kesen bir duvar tahayyül ediniz. Üstelik dört bir yanınızda... önünüzde... arkanızda... sağınızda... ve solunuzda...

Her tarafınız duvar... Bir tek yukarısı müstesna. Şanslıysanız göğü görebilirsiniz, hiç değilse bir tel örtünün ardından...

Biraz sonra üstünüzde de bir duvarın (!) yer aldığı koğuşunuza girmek zorunda kalacağınızı düşünürseniz, bu kadarı da bir nimettir.

Kelâm ve Akaid kitaplarımızda Tanrı'nın cihât-ı sitte'den münezzeh olduğu yazılıdır. Altı yönden yani.

Tanrı'nın önü-arkası, sağı-solu, altı-üstü yoktur bu yüzden. İnsanınsa vardır.

Yanın, yönün varsa özgür değilsin demektir. Özgür, yani münezzeh...

Sınırlısındır çünkü. Mekânla. Sonlusundur aynı zamanda. Zamanla.

İnsan işte, sınırlı ve sonlu. Mekanla ve zamanla...

Peki ya esirler veya mahkumlar?

Onlar iki kez sınırlı, iki kez sonlu.


* * *
Hapishane Avlusu (1890).

Van Gogh'un en müstesna tablolarından birinin adı.

Geçen hafta Moskova'da Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi'nde karşımdaydı.

Hayret içinde seyrettim. Hüzünle. Acıyla. Huşûyla. Önünden ayrılamadım. Şaşmış, şaşakalmıştım.

Van Gogh'un hapishane deneyimi yoktur. Fakat bir duygu bu kadar mı yaşanmışcasına anlatılır, bu kadar mı içten, bu kadar mı sahici?

Esaret duygusu. Özgürlük duygusunun yitimi. Dört duvarla yolları kesilen adamların içine düştüğü o fasid daire. Bir türlü içinden çıkılamayan o lânet olası kısır döngü. İnsanı kuşatan çember. Nefesini daraltan pranga. Hapishane avlusu.

Duvarlarla yolu biçilen, süngerlerle beyni içilen otuzyedi adam.

VE o kasvetli dünyanın içinden göğe yükselen iki beyaz kelebek.

Bu tabloyu yaptıktan bir süre sonra Van Gogh tabancasını göğsüne sıkacaktır. Tam da 37 yaşında.

Resmi yaptığında St. Remy Kliniği'nde tedavi altındadır ve ağır buhranlar içindedir.


* * *
Üşenmemiş, birkaç yıl önce —bir talebemle birlikte— Fransa'nın güneyinde (Arles yakınlarında) St. Rémy'deki o manastır hastahanesini ziyaret etmiştim. Odasını... O küçücük odada neler çekmiş, hangi buhranlarla boğuşmuş olabileceğini tahayyül etmeye çalışmıştım. Cinnetini.

Bir manastır odasıydı. Penceresi görece geniş bir alana, aşağıda küçük bir bahçeye, duvarın ardından da geniş tarlalara bakıyordu. (Nitekim bu pencereden bakarak yaptığı resimler sanatseverlerin malumudur).

Hele o süsenler! Ah St. Rémy'de duvar kenarlarından bile fışkıran o güzelim süsenler!

Van Gogh St. Remy'den ayrıldıktan sonra biraz daha yukarıya çıkacak, Paris'in yakınlarına gelecektir. Auvers-sur-Oise'da intihar ettiği son eve.

En sevdiğim tablolarından birini, son tablosunu yaptığı yerde saatlerce oturmuş, tablonun renklerini karşımdaki manzarada görmeye çalışmıştım.

En güzel mavi ve en güzel siyah o tabloda bir araya gelmişti çünkü. "Tarlada Kargalar" tablosunda.

Bir de en güzel sarı. İçinden yeşilin aktığı kana boyanmış yaslı sarı.

Tabloyu yaptığı noktadan karşıya baktığımda ne göreyim, bu sefer kana boyanan tarla değil, göğün ta kendisiydi. Yani kızıllaşan sarılar değil, mavilerdi.

Kırmızı sarıya değil de maviye karıştığında ne olacaksa o an o olmuştu ruhumda.


* * *
Van Gogh Hapishane Avlusu'nu, küçük bazı değişikliklerle, Gustave Doré'nin 1872 tarihli bir gravüründen hareketle yapmıştı. Yani onu sınırlayan duvarlar dışarıda değil, içindeydi.

Kasvet. Keder. Elem. Hüzün.

Kendi hapishanesini çizmişti aslında. 37 yıllık ten hapishanesini.

Tende mahpus kalmış bir canın sıkıntılarını yaşıyordu. Kendi gölgesinin dışına sıçrayamamanın ızdırabını.

Taştan duvarlar değil, etten duvarlar arasındaydı.

Ten kafesinin parmaklıklarını kendi elleriyle kesip can kuşunu uçurmayı başarmıştı sonunda.

Kendisine bağışlanan cinnet nimetiyle özgürlüğüne kavuşmuştu. Ölmüştü.

Sizin anlayacağınız, volta atmasına gerek kalmamıştı artık.

Volta atmasına, yani resim yapmasına.


* * *
Ben avluda volta atarken ilk dizeyi şöyle değiştirir de söylerdim: Duvaaaar, duvaaaar, katil duvar yolumu biçtin...

Hem de bağıra bağıra...

Ancak çok sonra anlayacaktım ki aslında yolumu biçen karşımdaki beton duvarlar değil, bizzat kendimmişim.

Duvar da bendeymiş, sünger de. O meş'um duvarın ustası da benmişim, beynimi içen o kan dolu süngeri sıkan da...

Yıkmam gereken duvarın hakikatini öğrenmem için yılların geçmesi gerekiyormuş.


* * *
Dikkat et, ey talib, 'yıktım' demiyorum, sadece 'öğrendim' diyorum.

Ten duvarını yıkmak için yılların geçmesi gerekmez, ölmek yeterli.

Van Gogh gibi değil ama, Şems gibi.

Dücane Cündioğlu.

20 Kasım 2010 Cumartesi

alyans





plain gold ring on his finger he wore
it was where everyone could see
he belonged to someone, but not me
on his hand was a plain gold band

plain gold ring has a story to tell
it was one that i knew too well
in my heart it will never be spring
long as he wears a plain gold ring
oh, oh

when nighttime comes a' callin' on me
i know why i will never be free
i can't stop these teardrops of mine
i'm gonna love him till the end of time

plain gold ring has but one thing to say
i'll remember till my dying day
in my heart it will never be spring
long as he wears a plain gold ring
plain gold ring on his finger he wore
plain gold ring on his finger he wore
plain gold ring on his finger he wore


Cameo Lover

http://www.youtube.com/watch?v=eaTEySLiLmc

19 Kasım 2010 Cuma

bomp bo bom pa

yapmak istediğim şeyleri yapamadıysam kimseye kabahat bulmaya gerek yok tüm sorumlusu benim...

12 Kasım 2010 Cuma

kitaptan

Herkesin üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı,sahip olduğu ve sahip olduğunu sandığı.(SHANG SHOU)

Başınıza yalnızca harika şeyler gelmişse, cesur olamazsınız(CHEN CHENG)

En yavaş yaşlanma yaşlılarda görülür(JEAN ROSTAND)

Elli yaşındaki bir adam kendini otuzunda hissediyorsa, yirmi yılını boşa harcamış demektir.(MUHAMMED ALİ CLAY)

Beyin harika bir organ;sabah kalktığınız anda çalışmaya başlıyor ve ofise gidinceye kadar da durmuyor(ROBERT FROST)

9 Kasım 2010 Salı

Organ Bağışı Haftası 03-09 Kasım

Organ bağışı, bir insanın organlarının bir kısmını veya tamamını, henüz sağlıklı iken, beyin ölümünün ardından başka insanlarda yararlanılmak üzere bağışlaması işlemi.
 
SEVEN POUNDS
izlemenizi öneririm

29 Ekim 2010 Cuma

28 Ekim 2010 Perşembe

YGA 2010 LİDERLİK ZİRVESİ

egosu küçük kalbi büyük liderler için


lütfi kırdarda 27 kasımda bir liderlik konferansı gerçekleştirilecek.ilgili arkadaşlara duyurulur.

son aşvuru 7 kasım

bilgi için
http://www.yga.org.tr/

13 Ekim 2010 Çarşamba

Dans Et Şampiyon


“Danset şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için danset.. Çocuklar için salla yumruklarını.. Kiralarını ödeyemeyen işsizler için danset, şu alçağın işini bitir.. Meyhanelerdeki ayyaşlar için danset şampiyon, kanserden geberen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkümlar için, herkesin terkettiği eroinmanlar için, kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için.. Danset şampiyon, savaş onlar için! Bu aşağılık herifin işini bitir, çenelerini dağıt hepsinin.. Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun fahişeler için.. Meyhanelerde oturmuş demlenen bütün yalnız kalpler için.. Bilardo salonlarındaki yalnızlar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için, danset şampiyon, savaş onlar için.. Temizlik işçileri için salla yumruklarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için.. Savaş onlar için şampiyon! Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu aşağılık herifin! Seni kurtaranlar senatör değildi, vali değildi, başkan değildi.. Sokaktaki insanlar kurtardı seni.. Şimdi sokaklar adına savaş, hadi yavrum işini bitir şu aşağılık herifin.. Bu ring ikinize fazla, hadi bitir işini, suratını paramparça et.. Yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! Hadi yavrum salla yumruklarını, Muhammed Ali'yi hiçkimse yenemez, hiçkimse.. Sadece Cassius Clay yenebilir ama o da bu akşam aramızda değil. Danset şampiyon, hadi oğlum, danset..”

Antrenörü Drew Bundini Brown'un George Foreman ile yaptığı maçta Muhammed Ali'ye sarfettiği cümlelerdir.

32. Kıtalararası Avrasya Maratonu


http://www.istanbulmarathon.org/

hakkında daha fazla bilgi.
isterdik ki bursadan arkadaşlarımız da gelsin.köprüde, tam da referans denge noktasında piknik yapalım.

amel mathlouthi- naci el palestina


http://fizy.com/#s/1lu8k7

2 Ekim 2010 Cumartesi


BEN KİM'İM

az miyim çok muyum
var miyim yok muyum

ben neyim

masal miyim gerçek miyim

kaç miyim göç müyüm
hiç miyim suç muyum
ben kimim

ibret miyim cinnet miyim

hiçlikler içinde kanayan yürek
yokluklar içinde savaşan beden
boşluklar içinde karişan zihin
güçlükler içinde değil miyim

yoksa… yoksa…

her ihanete akil erdiren
her cehalete kilif uyduran
her esarete fiyat biçtiren
sen değil de ben miyim?

geçimsizim bu günlerde
kimsesizim bu yerlerde
değersizim bu ellerde
çaresizim doğduğum yerde

gölgesizim her gün her yerde

ses miyim sus muyum
sis miyim pus muyum
ben neyim

deha miyim heba miyim

ak miyim pak miyim
al miyim sat miyim
ben kimim

yarar miyim ziyan miyim

yalanlar içinde doğruyu bulan
cayanlar içinde sözünde duran
satanlar içinde ayak direyen
yananlar içinde değil miyim

her adalete duvar ördüren
her cesarete kilit vurduran
her asalete boyun eğdiren
sen değil de ben miyim

geçimsizim bu günlerde
kimsesizim bu yerlerde
değersizim bu ellerde
çaresizim doğduğum yerde

gölgesizim her gün her yerde

İlik


Bütün evlilikler bir gün bitecek

Size bunu bildirmeyi bir görev bilirim

Bütün kelimesine yakışmayan

Her ne anlamı varsa evliliğin

Bütün koltuk takımlarıyla beraber

Bütün ah canım nasılsınlar

Güzel kadın çirkin kadın

Hasta ve gebe

hepsi bitecek

Tüller de perdeler de

Gündüz ve gece

hepten sönecek

Belki aranızdan biri ilk sabah hiç bitmesin ister

İlk sabah hiç bitmeyecektir

Ben bunu kastetmemiştim

Ben bunu kastetmemiştim

İlk sabah hiç bitmeyecektir

Kuşların uğultulu kanat çırpışları yahut

Huysuz ilk öpüşme

İlk çocuk ve ilk günaydın

İlk soğuk algınlığı

dargınlık

tokat

Tırnakların bir ilk birlikte kesilişi

Örülüşü örülecek kadar uzun bir saçın

dalgalı

Çaydan bir yudum almak

gazeteye bakmak gözucuyla

Evliyken çıkan ilk savaşı izlemek

televizyonda

Bunlar evet bunlar

ne derecede soylu

Nasıl da isteyerek

alarak

Yaşanmış olursa olsun

Bir gün gelip bitecek

Fakat ilk sabah hiç bitmeyecektir

Bunu daha önce de söylemiştim


Hakan Arslanbenzer

30 Eylül 2010 Perşembe

Geldiğimiz yerden döndüğümüz yere



biraz daha kal sevgilim
mesela sonuna kadar
nasılsa uyanacağız bir gün
nasılsa gidişin buharlaşacak

"evet
ah evet
yeryüzü"

hakan albayrak

Kerbela Sevgilim


hadi git bakalım
o eski şarkıdaki kız gibi
firavunların kollarına at kendini
ibrahim'in yarasını deş

hadi git bakalım
sancağın düştüğü yere git
şarap iç
gül ve oyna

hakan albayrak

28 Eylül 2010 Salı




"yaşam,biz başka planlar yapmakta meşgul iken olagelen şeylerdir"
John Lennon

27 Eylül 2010 Pazartesi


Leyla'ya sormuşlar:"Senin mi aşkın daha büyük, yoksa Mecnun'un ki mi ?"diye.
"Benimki" demiş, Leyla. Nedenini sormuşlar,
Leyla'da şöyle demiş : "Mecnunun aşkı meşhur oldu, benimki ise bende kaldı"

donnie darko

Donnie Darko:Neden o aptal tavşan kostümünü giyiyorsun?
Frank:Peki sen neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun?

25 Eylül 2010 Cumartesi


...Hayat akıp giderken avuçlarımdan, eğilip yerden toplayamıyorum parçalaırını ve artık her şey için,çok geç demek için, belkide, çok geç....

24 Eylül 2010 Cuma

çanakkale sendromu



Bütün cepheleri boşlayıp son cephede insanüstü bir performans göstermek:Türkiye’nin bir ruhu varsa son cephelerde geziniyordur. Biz kaderci değiliz, keşke öyle olsaydık, daha beter bir şey var bizde. Başımıza ne geleceğini bilip olası felaketlerden zevk almak. Canavarı görünce uçuruma doğru koşuyoruz, korkudan değil. Canavarla dövüşmek için sırtımızı uçuruma vermemiz lazım. Son dakikadaki korner çıkıp karşı kalede gol arayan kalecilere sorun, Türkiye’nin ruhunu en iyi onlar bilir. (Emrah Serbes)

Nazım ile Kazım


cevabı sen bil.

direnmek özgürlüktür.

tematik fotograf

23 Eylül 2010 Perşembe

    uyum içinde,huzurlu yaşamak için iki kural vardır.

1)ufak şeyleri dert etme!
2)hepside ufak şeylerdir.

22 Eylül 2010 Çarşamba

bu gün mü, evet!

Bugün Günlerden Kudüs!


"Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle.
Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.


Sözünü yükselt.


Bir çocuk yetiştir.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.

Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.

Bir tohum ek.
Bir ateş yak.

Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.


Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.

Bir savaş esirini kurtar.

Bir fıkra anlat.
Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.

Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.

Haritayı incele.

Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
Sevdiğini bir daha söyle..."

Malcom X

nazende sevdiğim yadıma düştü

http://fizy.com/#s/1jty3n

sözleri

Değdi saçlarıma bahar gülleri
Nazende sevgilim yâdıma düştün
Sevenin bahtına bir güzel düşer
Sen de tek sevgilim aklıma düştün
Nazende sevgilim yâdıma düştün
Gözlerim yoldadır, kulağım seste
Ben seni unutmam en son nefeste
Ey ceylan bakışlım, ey boyu beste
Gurbette sevgilim aklıma düştün
Nazende sevgilim yâdıma düştün
Sensiz dağ yoluna çıktım bu seher
Öksüz kumru gibi güller lâleler
"Sen niye yalnızsın?" sordular eller
Gurbette sevgilim aklıma düştün
Nazende sevgilim yâdıma düştün

21 Eylül 2010 Salı

....Mevlanın herşeydeki sırrı SABIR'dır... Acıya sabredersin adı METANET olur, İnsanlara sabredersin adı HOŞGÖRÜ olur, Dileğe sabredersin adı DUA olur,Duygulara sabredersin adı GÖZYAŞI olur, Özleme sabredersin adı HASRET olur, Sevgiye sabredersin adı AŞK olur....
...Kudüs,çok görmüş geçirmiş bir yorgun kadın gibi, yaralarından ışıklar saçarak ve eteğinde dua edenleri alınlarından öperek barışı bekliyor...
      Can Dündar-UZAKLAR