27 Aralık 2011 Salı

Coldplay - In My Place

Karmaşık

Kendimizi kandırdığımızı düşünüyorum şu yalan olduğunu düşündüğüm dünyada.Keşke herkes ne
düşünüyorsa ne hissediyorsa karşısındakine söyleyebilse...Böyle bir dünyada yaşamak hepimizin hakkı.Neden mi?Çünkü hayatı varsayımlar üzerine yaşıyoruz hepimiz.Böyle olursa şöyle olur gibi...Hiçbirimizin hayat denilen şu çok değişkenli denklemde bir bilineni bile yok.Şu bilinmeyenleri bir bildirsekte çözsek artık şu denklemide önümüzü görsek.Bu zor bişey değil çünkü bilinmeyenler aslında etrafımızdaki insanlarda, onların hissettiklerinde,onların düşündüklerinde...İşte isyanım bu noktada büyüyor çünkü ben elimden geldiğince insanlara duygularımı,hissettiklerimi ve düşüncelerimi paylaşıyorum bu sayede onların denkleminde bir bilinen olurken niye aynı cesareti onlar gösteremiyorlarda benim denklemim öylece ortada kalıyor.Bu sadece bana mı oluyor yoksa hepimizin sorunumu bu?
Biz yine ilk adımı atalım,sonu kötü yada iyi sonuçta çözüm olalım,çözüm bulalım.Bizim çözümümüzde illaki önümüze çıkar o güne kadar varsayımlara devam edelim.

26 Aralık 2011 Pazartesi

One last goodbye

Anathema'nın koma şarkılarından biridir.
Rivayete göre Vincent tarafından ölen annesine yazılmış bir şarkıdır.
Zaten video'da izleyeceğiniz gibi gözyaşlarını tutamamıştır.

25 Aralık 2011 Pazar

Pazar günleri arabayla şehre dönüş günleridir.

Country'e de benziyor tarz olarak.. Gözlerimi kapattığımda bir an çiftlikteyim. Ağzında buğday sapı bir adam, elinde gitarı..

Haftaya hazırlanın, iyi Pazarlar..

http://odediginfilmlerdeolur.tumblr.com/post/14765591053/iki-seker-sana-uc-seker-bana-birbirimizi-bese

THE TREE OF LIFE


 İlginç bir filmdi.
Anladın mı? Evet yada Hayır diyemem tam olarak kesinlikle kaçırdığım atladığım bir şey varmış hissi verdi bana. Ama müzikleri çok hoşuma gitti özellikle. 
Başka bir yerde okuduğum yazıda yönetmeni  Terrence Malick hakkında az konuşur az film çeker  Stalker'ın  tabiri ile sinemanın ozanıdır diyordu.
Genel olarak belki harika diyemesemde sevdim diyebiliyorum. 

içimizde yatan fantazya

Youn Sun Nah

Sevdiğim seslerden ve duydum ki Türkiye'ye geliyormuş.Kendisi için yazılan bir yazı
Dİnleyin-okuyun...
21 Ocakta gidebilecek kişiler gidin !!


24 Aralık 2011 Cumartesi

"İstanbul İstanbul, gel abla!"

Ne gündü ama!

Bu hafta sürekli karar alma süreçleriyle geçti. Toplantı yapılacak mı? İstanbul'a gidilecek mi? Hangi gün gidilecek? Aileye yeni yıl için neler alınacak? İstanbul'da nerede kalınacak?..

Arka arkaya bir sürü konuda karar vermek zorunda kaldığımda resmen panik atak geçiriyorum. Çoğunlukla doğru kararı ilk başta vermiş oluyorum ama bunu kesinleştirinceye kadar kıvranmalar bitmek bilmiyor. Doğru mu? Gerçekten mi? Emin miyim??

Son iki gündür "İstanbul'a gidiyorum da, nerede kalacağım yahu?!" krizini çözmekle uğraştıktan sonra sonunda başımı sokabileceğim bir çatı bulmuştum. Bu sabah erkenden otobüs terminalindeydim. (şehiriçi ulaşımın tüm engellerine rağmen, neyse o da ayrı hikaye konusu olsun..)

İlk karar : Hangi firmayla gitmeli?

Sorsam tüm firmaların arabası saat 10'da kalkıyor, ki o anda benim saatime göre 40 dk var kalkışa..
"Anam!" dedim, "Nasıl yetişeceğim ki ben?.. Şu adını daha önce duymadığım firmalara da mı baksam, kaza yapar mı ki bunlar? Ölür müyüm ki?" diye düşünürken adamın biri sesleniyor..

"Hanımefendi bakar mısınız?!"
kafamı çevirdim. Yanlış anlamışım, adam seslenmiyor, bildiğin hönkürüyor iki adım mesafeden.. Kendimi öyle suçlu hissettirdi ki, "ne çaldım acaba lan?" diye sorguladım kendimi 10 saniye. Adam devam etti
"Gelir misiniz?" ..
Gittim. 21 yaşına gelmiş insanım, elin adamı carlayarak ayağına çağırıyor, "Ne gelicem bee!" diyeceğime, tin tin tini mini hanım..

Adamın bir sivil polis veya dedektif, benimse potansiyel suçlu olma ihtimalimi bir an için unutarak "Ne oldu, bu kadar bağırıyorsunuz?" dedim. Adam beni direktifleriyle sürükledi otobüslerin beklediği yere.
"Hadi hadi, buyrun, İstanbul değil mi, şimdi kalıyor, hödö hödö.."
Bir an, "ahan da erken otobüs!" diyerek atladım, yalan söylemeyeceğim.

Sonra bir durdum, adamı da durmaya ikna etmem yarım dakikamı aldı.
"Yahu" dedim, "para da mı almayacaksınız?"
"Parayı hallederiz arabada.."
"Pos makineniz var mı?"

heh. işte burada para peşinde önüne arkasına bakmadan ömür çürüten insanoğlunun dikkatini çekmeyi başardım.
"Hee.. Eo zaman (e ve o birleşikti gerçekten) arkadaşlar alsın ödemenizi.."

Keşke hiç çaktırmasaydım diye düşünmedim de değil o anda. Masa arkasında müşteri bekleyen başka bir adam aceleyle banka kartımı pos cihazından geçmeye çalışırken Mecidiyeköy'e servisleri olup olmadığını sordum.

"Servisimiz yok.."
"E o zaman ne halt etmeye beni sürüklüyorsunuz acabaa?!"
Çok da çemkiremedim, malum, hizmet sektörü.. Benim kafada adamlar. Üstelik tüm suç beni ayaklı 20'lik banknot olarak gören o atom karıncada.

O an bir yanım oturup üst rütbedeki çalışanlarla bu tür müşteri çekme yöntemlerinde daha dikkatli olunması gerektiğini tartışmak isterken, diğer yanım "Hadi kızım, git bi bilet bul allasen" şeklinde huysuzlanıyordu. Huysuz olanı susturmayı seçtim.

15 dakika sonra, biletini aldığım (10'daki biletler ben diğer adamlarla uğraşırken tükenmişti, bambaşka bir firmadan 9:45 bileti buldum neyse ki) firmanın arabasının önünde beklerken karşıdan bir amca koştur koştur geliyor.. "Ay, adama kriz falan geldiyse ben müdahale de edemem be.." diye düşünürken baktım bu da bana sesleniyor.
"İstanbul - Bursa mı abla?"
"Hı, evet"
"E, hadi ablacım, araba kalkıyor kii!"
"Piki." (Tin tin tini mini...)

O an pek yüzünüze vuramadım abilerim amcalarım, ama, nedir bu telaş anlayamadım gitti.. Yolcuyu almak istiyorsunuz araba dolsun diye, saygı duyarım, ama bağırmayın çağırmayın, ortalığı velveleye vermeyin rica ederim.

Haydi İstanbul yolcusu kalmasın.

Soru?

Neden dönüp dönüp eski fotoğraflara bakarız? Eskiden yaptığımız yorumları, anıları tazelemek gibi bir ihtiyaç nereden doğar? Eskiye dair olan güzel şeyler şu anda yanınızda ise yanınızdadır işte. Düşünmeye gerek yok. Eski olan ama yanınızda olmayanlar ise "eski"meye mahkumdurlar.

Vaktinizi eskimeyenlere harcamanız dileğiyle..

23 Aralık 2011 Cuma

Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman,
Aşk başlamadan güzel...

Ümit Yaşar Oğuzcan...

Animasyon her dem tazedir

http://www.cezmikalorifer.com/video/izle.php?id=5410

Yeni yıla üç mamut, bir kaplan, iki sıçan ve bir Sid ile girmek.

Bu tip kısa filmleri her animasyon kahramanından görmeliyiz...

Aklıma gelmişken, bir de yıllar önce Sevimli Canavarlar filminde gördüğüm (başka yerde de rastlamadım) animasyon karakterlerin kamera arkası çekimleri vardı.Bildiğiniz kamera arkası.. "motor!" "kestik!" nidalarıyla beraber..
Aklınızda olsun, bir yerlerden bulup izlemek lazım..

MİCHAEL

Zaman Makinesi : "Bahçe"den "Bina"ya

Apartman kültürüne alışamayacağım arkadaş! Ben müstakil ev çocuğuyum.

Bahçe alışkanlığım var benim, kapının önüne çöp koyma değil, portakal ağacına aşı yapma zamanını takip ederim. (Anadolu'nun kızıyım diye devam etmeyeceğim tabii ki!)Ne bileyim, okuldan sonra anahtarım olmadığında hiç sokakta da kalmadım. Belli bir yaşıma kadar "Yar bize bir tabak aşure medeeet!" diye haykırdığım da olmadı.

Bu toplu yaşam kuralları bünyeme ters.

İlk defa ben 19 yaşımdayken taşınmıştık apartmana. Annem ve babam apartmanda asansör kullanma eylemine yeni bir bakış açısı getirmişlerdi : Asansörü kullandıktan sonra aldığın yere bırak.
Yani, zemin katta bindiysen kendi katında asansörden inerken yine Z'ye bas. Fazlaca incelik değil mi?

Ben, onların çocuğu olarak en fazla bu kadar eleştirebiliyorum. Gerisi yalan.

Bakınız, şimdiki öğrenci evim:

Üst kattan gelen gürültü mü var? Belki yukarıda sağır biri oturuyordur, belki çocuk vardır, belki psikopattır, o da insan ona da saygı duymak lazım.

Kapıcı çöp yüzünden kapıma mı geliyor? Ne gerek var yahu, ben indiririm, zahmet olmasın..

Otopark mı dolu? Amaan onca sene kapının önündeydi araba, şimdi mi birşey olacak yani..Maksat apartman sakini olmadığı halde arabalarını koymuş insanların huzuru kaçmasın (!)..

Apartmanı temizleyen görevli mi var? Ay aman çok zahmet oluyor ona da, biz biraz dikkat edelim de kirlenmesin bu kadar..

Hasta değilim, kendimi de kaybetmedim. Sadece öyle büyüdüm. Çocukluğumla ilgili gururlandığım yegane şeylerden biridir; birbirinin külüne muhtaç olan komşuları gördüm.

Bireyselleşen dünyaya belki de bir tek bu noktada uyum sağlayamadım. Bizden kimse sağlayamadı. Arada denk gelip de benzerlerimizi bulduk mu işte her şey tamamdı.

yok öyle bi' dünya

Dertlendiğim zaman hiç çekilmiyorum. Konuş babam konuş, karşımdaki konuya dahil olabilse ne ala.. Da o iş de kolay değil yahu..

Kendimi çatır çatır ortalık yere dökmek bana göre değil, ülser yapıyor sonra; içten içe kendimi yiyorum. O yüzden genelde alakasız insanlara alakasız hikayeler anlatıyorum.

Eskiden bir kitap vardı.. "Haydi gençler hayata atılıyoruz, 3 deyince.." havasında.. Orada geçiyordu galiba yoldan geçen tanımadığın bir adama derdini anlatmak kavramı. Hani tanımıyorsun ya, anlatıp geçeceksin. Belki anlatırken bir aydınlanma olacak.. Nirvana falan, ışıklar..

En son yoldan geçen öylesine bir adam için "kafam da bozuk, olanı biteni anlatsam nolur ki, bir daha nerde göreceğim" diye düşündüğümde sonuçlar pek hoşuma gitmemişti. O yüzden bazı hayaller hayal olarak kalsa daha iyi, çünkü çoğu zaman aslında "yok öyle bi' dünya".

22 Aralık 2011 Perşembe

The Emigration Tunes

Paradoks : Uzun yazıları sevmem

Fondaki müzik, arkaplan resmi, duvar kağıdı, arkadaşların gülüşmeleri, yan odadan gelen aile sohbetleri.. Hepsi birer ruh değiştiricidir.


KAPIN HER ÇALINDIKÇA

Aldatmak.

İşe başladığımdan beri sevgilisini aldatan evli erkek gibiyim. İlk iki ay aynı yatakta yattığım kadına bakarken aklımda hep dışarıda bir yerlerde beni bekleyen diğer kadın vardı.

Okula gidiyorum gitmesine de, insanlar bir tuhaf geliyor. Bir sürü genç insan bir kapı önünde tey tey bekliyorlar, neymiş, kapı açılacakmış derse girecekmişiz. Ben o arada kaç mail atabileceğimi hesaplamaktayım. Derste tahta önünde bir amca üretim diyor, hizmet diyor, tasarım diyor resmen kanıma giriyor.. Firmalardan örnek verelim diyor hop benim aklımdaki böcekler "X firmasında son durum neydi?" "YY bey yanıt yazdı mı acaba?" diye tepinmeye başlıyor. Normalde pek sevmem ama ben de zevkle katılıyorum onların halayına.

Dışarıdaki kadın diye tabir ettiğim o çekici, sıradışı varlık beni zamanla evimden de koparıyor.

"Okul neymiş yea, rapor yazmam lazım benim" cümlesiyle bavulumu aldığım gibi terk ediyorum 15 yıllık ailemi. Ama işler de kapı önünde öyle bir güzel karşılıyor ki..

İlk zamanlar pek acemiydim ama sonradan sorumluluklar arttıkça manzara şuna dönmeye başladı : Elimde bilgisayar çantam, analiz adı altında "NASIL OLCAK BU İŞLER!" diye kıvranıp karalamalar yaptığım defterim ve kulağımdan bir an olsun ayrılmayan telefonumla fittiri fittiri ofise gidiyorum. Okul mu? Peh, boşversene!

Tabii her yükselişin sağlam bir düşüşü olabiliyor... Benim evdeki hatun tazminat istemesin mi iki ay sonra!

Okuldan bir haber aldım bir gün, zahmet olmazsa bir iki sınav yapacaklarmış, gelir miymişim? Bizim çakma iş kadını oldu mu sana kuzu sarma. Ders notlarımı aldığım gibi tın tın okula gittim.

Sancılı geçen bir kaç duruşmanın ardından hakim çat pat kurtarmama izin verdi sağolsun. Aynı tarihlere denk gelir, anladım ki bu ikisini birlikte idare etmeliyim. Arada sırada ikisi de birbiri hakkında sorular soruyordu zaten; "Okul nasıl gidiyor?" ve "Kim o kadın, benden başka senin aklını bu kadar meşgul ediyor?!" şeklinde.. Evdeki, onca yılın verdiği samimiyetle daha çemkirgen oluyor tabii.

İkisini bir araya geitirip tanıştırmak iyi oldu, kaynaştılar, sonra da aynı anda üzerime gelmeye başladılar.

Ama ikisini de seviyorum yahu. Bırakıp gidemedim hiçbir zaman. Hatta bazen ne kadar çok sıkıştırırlarsa o kadar çok sevdiğimi fark ettim. Sonunda beni de kendilerine benzettiler ne diyeyim..

en uzun geceye


Allah'ım uykusuzluğuma manalar yükleme. Bırak böyle sefil, eski, önemsiz ; yorgunluktan yahut yorulamamaktan kalsın. Tavanı karış karış tarayan gözlerimin onun yüzünün altında ezildiğini hatırlamadan düşeyim uykuya. Tüm fizikyolojik ihtiyaçlarımın beynimdeki tezahürü nikotinsizlik olmasın bu gece.
Bu gece kaç uykuya, kaç ibadete, kaç düşüşe, koşuşa kovalamaya, aldatmaya, aldanmaya, çırpınmaya çarpıtmaya bedel.
Allah'ım,
Bu gece ben de aldanayım.

BELA

Bezm-i Elest'de aklımıza kazınan "Bela" deyişimizi unutmuşuz mu ki bu kadar rahat,kaygısız,duyarsız yaşayabiliyoruz.Sona geldiğimizde Ben sizinleydim,siz kiminleydiniz der ise eğer,çok geç(miş) olacağının farkındayız galiba...Mı acaba?

21 Aralık 2011 Çarşamba

Uyku çağrısı

Küçük çocuklarınızı uyutunuz efendim. 15 yaşına gelene kadar uyusunlar. Zira ileride okul; sonra iş güç; olursa bir ara bebek; belki ikinci ve üçüncüler; en sonunda da romatizma ağrıları nedeniyle uyuyamayabilecekler. Öngörü sahibi olunuz efendim. Çocuklarınız bırakın 5'er 10'ar dakika fazladan uyusun.

HBO'yu Boykot Ediyoruz(!)

Kült dizimizi (How To Make it in America) bitirme kararı almışlar,HBO'yu kınıyor ve üzüntümüzü bildiriyoruz.

Rüyalarınıza Uyanmak

Yeni yazı dizim bilinçli rüya görme teknikleri ile bloga bir dönüş yapayım dedim.Herkes bu bir rüya olmalı dediği rüyalar görmüştür yada bu bir rüya ve ben uyanmalıyım düşüncesine kaptırmıştır kendini.Bundan sonra böyle rüyalarda emin olun rüyalar aleminin en güzel yerlerine erişeceksiniz.
Bilinçli rüya tekniklerine geçmeden önce sizlerle paylaşmak istediğim birkaç önemli nokta var.Öncelikle rüyalarını hatırlamakta güçlük çeken arkadaşlar varsa onlara naçizane tavsiyem uyandıktan sonra yataklarında 2-3 dk hareketsiz kalarak zihinlerini zorlamaları ve rüyasından birkaç sahne hatırlamaya çalışmalarıdır.Bunu denedikleri takdirde belli süreden sonra rüyalarını hatırlamaya başlayacaklarından şüpheleri olmasın.
İkinci tavsiyem, uyanıkken değişik olaylarla karşılaşıldığında bu bir rüya mı yoksa uyanık mıyım? sorusuna kendimizi kaptırmaktır.Bu soru çok önemlidir çünkü zihnimizi bu soruya alıştırdığımız takdirde rüyamızdada kendimize bu soruyu sorup rüyalarımaza uyanmak daha da kolaylaşacaktır.(İleriki yazılarımda bu sorunun önemini ayrıntılı olarak anlatacağım)
Bu yazımda bilinçli rüyalara uyanma konusunda çok kullanılan tekniklerden bahsetmek istiyorum.Öncelikle rüyalarınızda gerçek hayatta olmayacak kadar saçma örnekler gördüğünüzde zihninizin sizi yönlendirmesi gerekiyor.(Rüyada mıyım yoksa uyanık mıyım?)Benim rüyamda gördüğüm bi örnekten bahsedeyim size.Rüyamda boş bir sokakta yürürken yanımdan 4 gözlü bir kadın geçti ve bir anda zihnim şu soruyla bana destek oldu.4 gözlü bir kadın bu mümkün mü?Tabikide hayır ve rüya görüyorum deyip rüyamda olduğumu anladığımda yaşadığım duygu anlatılmaz.Herşey daha belirgin,daha parlak oldu ve yapmak istediğim şey uçmaktı ve bunu tecrübe ettim.İnanılmaz bir duyguydu.Bende bu konuda uzman olmadığımdan bu rüyam çok uzun sürmedi ama hissettiklerimi kelimelerle tarif edemem.
Yazıma rüyalarınıza uyanmak için uygulayabileceğiniz çok kolay ve çok işe yarayan bir örnekten bahsederek son vermek istiyorum.Rüyanızda gördüğünüz bir yazı varsa bu yazıya bakın ardından o yazıya tekrardan baktığınızda eğer bu yazı değişiyorsa bilinki rüyadasınız ve çok güzel tecrübeler sizi bekliyor.
Değişik teknikleri vakit buldukça tekrardan sizlerle paylaşacağım.Bu yazımı sadece bilinçli rüyalar hakkında bilgi vermek üzere yazmış bulunuyorum ama anlattığım teknikler benim daha çok uyguladığım teknikler ve ençok işe yarayanlar.Unutmadan önemli olan bilinçli rüya görmeyi zihnimize uyarlamak ve bilinçli rüya görmeyi istemekten geçiyor.Belkide bu yazıyı okuyan arkadaşlar şans eseride olsa bu yazıdan etkilenip bilinçli rüya bile görebilirler ki bu mümkündür.
Bu bir rüya mı yoksa uyanık mıyım? sorusunu unutmamak gerektiğini tekrardan hatırlatıp herkese iyi uykular diliyorum.

20 Aralık 2011 Salı

Kabul edelim, bugün en iyi gün değildi..

Bazen bir anda olanlar o kadar değişmez, uzun ömürlü ve kalıcı olurlar ki bir andan çok daha fazlası gibidirler.. Sesler kesilir, her şey hareketsiz kalır, ve bu tek bir an gibi değildir. İşte o zaman "an" bitmişti.

http://fizy.com/#s/1lrmnw

Ahah, şakacı Evren..

Dün onca olumsuz adama çemkirdim çemkirdim, hepsi birden geri tepti ki fena bir sabaha uyandım.

Bir kere önce uyanamadım bile. Geçenlerde sabah erken uyanmak için odamın uyku sersemi bir insanın bulamayacağı envai çeşit yerinde kurduğum alarmlar (insanın birden fazla telefonunun olması işte burada işe yarıyor) kesmeyince, vay dedim, sen misin o yataktan çıkmayan! Hemen yeni bir formül ürettim : Yatmadan önce içilen koca bir bardak su. Sabaha karşı kıvranarak uyan, sonra da istiyorsan giderme o sıkıştıran ihtiyacı.. Hadi bakalım.

Yine kıvranarak uyandığım sabahlardan biriydi, yalnız bu sefer kapkara gözleri, ancak bir erkekte görmeyi kabul edebileceğim kalın kaşları ve çıkık elmacık kemikleri ile "haunting a person" eylemine can veren kalp çarpıntısı vardı yanımda.

Buruktum biraz, Teoman şarkıları gibiydi sevgilim, biraz edepsiz, bolca melankolik ve çokça hayran olunası.. Sanki normal birşeydi giyinirken, makyaj yaparken, dişimi fırçalarken onu düşünmek. Bu sabah, devam etse nasıl olurdu cevabını aldım sanki evrenden; yağmurlu ve onunla dolu.

Eğer eski bir hikayeyi durduk yere hatırlıyorsanız, biraz da inadına hayalperestlik varsa ruhunuzda, "Göndersene oğlum, hadi gönder, sıkıyorsa gönderme!" diye çıldırdığınız o işaret aniden gelmiştir, anlayın. Sınav kağıtları dağıtıldıktan sonra 3. soruyu bilmediğinizi fark edince sınavdan çıkamamak gibi bir ikilem.. Türkçesi : "İşaret diyordun, al sana."

Çokça zamanlar sadık kaldığım, tek çocukluğun getirdiği bencilliğe rağmen onca emek verdiğim, her şeyi geçtim, bildiğin aşık olduğum adamın kolları altında aileden olamayacak kadar yabancı bir suret görünce ne yaptım? "Yani sen de dinlemezsin dinlemezsin, bunu mu kabul edesin tuttu?!"

Tüm o rüyalar, yerli yersiz hatırlamalar, yanlışlıkla adını yazdığında bir türlü silememeler.. Demek hepsi bunun içindi. İçime mi doğmuştu? Yani.. Sayısal sonuçları içime doğsa daha mutlu olurdum.

Tarihim tekerrür ederken bu sefer biraz şanslıydım. Yine bir bilgisayar karşısında tamamını görüntüleyemediğim bir fotoğrafa bakıyordum ama en azından tek başıma mırıldanmadım o arabesk ezgileri. Doğal afet çantam bu sefer neyse ki yanımdaydı.

Gel gelelim kafamı da çok takmayayım diye ertesi güne bir kısa sınav, öncesine de bir proje teslimi yerleştirilmiş önceden. Ahah şakacı Evren..

19 Aralık 2011 Pazartesi

Sosyalleşme Curcunası : Her şeyi de bilmeyelim?

Bir haftadır tanıştığınız adamla tatilde yazlığa gitmeye benzedi artık bu iş.

Tüm gün birlikte olduğunuzu ve her ne hikmetse birbirinizin dibinden ayrılmadığınızı düşünün. Adamın diş fırçasının renginden ayakkabısının topuğuna; siyasi görüşünden futbol yorumlarına kadar her şeyini duyuyor, görüyor, okuyorsunuz.

Ne ego ama! Anlat babam anlat hiç bitmeyebilir. Kaynak sonsuz, profildeki yüzlerce arkadaş/follower da gariban iş gücü. Okusunlar, yorum yapsınlar..

"Bu sabah çok sıkıcı" "Ay şu ödev de bitmedi" "Aman da biz staj yapıyoruz, dünyada bir ilk" ...

Bu sosyal ağların bizi sosyalleştirmesi gerekmiyor muydu? Herkes sanki yanında bir şeyler paylaşacağı insanları bulamıyor da sanal dostlarından medet umuyor. Ayrıca her sabah 6'da kalkabiliyor insanoğlu, aynı şekilde 4'de yatan da oluyor. Okul da var hayatımızda, otobüste ayakta da kalıyoruz.. Yeni mi başımıza geliyor bunlar? Niye bu kadar şikayet ve huzursuzlanma?

Belki bir durup düşünürsek; bu huysuzluğu şöyle açık havada karşımıza alıp konuşamadığımız gerçek insanlara bağlayabiliriz mesela..

18 Aralık 2011 Pazar

Bir gençlik trajedisi : Dahil miyiz, değil mi?

Aklımda farklı bir hikaye vardı ama günün sonunda insanların Emsaz üzerine yaptıkları konuşmaları ve fotoğraflarını görünce havası kaçtı biraz. Adam gazeteye çıkmış yahu, bir arkadaşım, ben de buralarda "geçmişe bakmamak lazım ekiki" yapacaktım az kalsın. Şimdi de hasetliğimi yazayım bari içimde kalmasın.

Yaş ilerledikçe yapılması gerekenler içimi kemiriyor. Organizasyonlara gitmek, organizasyonlarda görev almak, yeni insanlar tanımak ve nihayetinde bağlantılar kurmak. Olay o son eylemden ibaret. Başlarda biraz heves ediyor insan da bu topluluk, dernek vs işlerine, ilk yıllarda seni anlayacak birilerini bulamayınca "ne için uğraşacağım" diyorsun. Heh o cümleyi kurdun ya, seçimini yaptın demektir, geçmiş olsun. Bazı adamlar da birbirini buluyor ve sen beğen ya da beğenme o çok istediğin yerlere geliveriyor. Bir daha geçmiş olsun.

Eğer "yok benim kafada adam, ama ben bunları kendime uydururum, ya da bunlardan bir topluluk çıkarırım" diyorsan okulu bırak çünkü liderliğe soyundun. Bu adam da 20 yılda bir geliyor dünyaya, test ettim.

Hiçbiri değilim mi diyorsun? Okulu zamanında bitir, gidebiliyorsan dil kursu falan ayarla veya yurt dışında staj, master belki.. CV'ni hazırla, fotoğrafı yapıştır, haydi fabrikaya marş marş..

14 Aralık 2011 Çarşamba

25 Ekim 2011 Salı

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...
William Shakespeare

7 Ekim 2011 Cuma

Sinsi pislik lanet düşman; sevgilinizin arkadaşı!

Sevgilisi olan erkeklerin arkadaşı olmaması gerekli, yani özellikle o sevgili benim sevgilimse. Benim arkadaşım olabilir, çevrem hatta çok olabilir, canım istediği zaman dışarı çıkabileyim, fink fink gezeyim, flört bana serbest olsun, ama sevgilim evde dursun, her şeyi, hayatı, canı, kanı ben olayım istiyorum çok mu zor yani bu ütopyam… Sevmiyorum sevgilinin yanında dolanan parazitleri, ne kötülük geliyorsa onlardan geliyor zaten mendebur suratlılar! Bildiğin tehlike bence, çünkü kabak gibi belli olan bir gerçek var ki; siz geçicisiniz o arkadaşlar her daim kalıcı, siz yeni gelensiniz onlar demirbaş. Siz onların arasını bozmaya çalışırsınız, arası bozulan siz olursunuz.

Kötü Bakteri Gibi Kötü Kanki
Her erkeğin hayatında muhakkak kötü bir erkek arkadaş mevcuttur. Bu arkadaş evliliğe inanmaz, free takılır, muhakkak bekâr evi vardır ve bu bekâr evine sayısız bekâr kadın getirir. Ve her ne hikmetse bu bekâr evinde plazma kocaman bir tv ve bir adet PES mevcuttur. Sevgiliniz haftanın üç günü oyun geceleri adı altında bu adamın evine mesken kurmaktadır. Bu berbat arkadaş kadınları yalnızca seks objesi o

larak görür ve muhakkak sizden çok haz etmez. Ağzını yaya yaya “yengeee senin bu sevgilin var yaa” türü espriler yapar durur. Hayır bir de komikmiş gibi sizi her gördüğü yerde aynı şapşallıkları tekrarlar. Ağzına banyo terliği ile çarpmamak için zor durursunuz. Bakışmalarınız hep nefret içeriklidir, askere tekrar tekrar gitmesini, şehir değiştirmesini, hatta ülkeden sürülmesini dört gözle beklersiniz. Ama gelgelelim ki bu adamlar işlerinde başarılı adamlar oldukları için her daim kazanmaya alışkınlardır. Bu tarz adamlara savaş açarken dikkat etmeniz gereken iki husus vardır.

Yapmamanız: Sakın kendi arkadaşınızla tanıştırıp bir yuva kurmasını hayal etmeyin.

Yapmanız: sevgilinize bir PES hediye edin ama sonra onu da kırın.

1 Ekim 2011 Cumartesi

B: -This is not about her. This is about me. I love you Lucas. And I probably always will. But we go days without having a meaningful conversation, and I used to miss you so much when that happened. But it never seemed like you missed me. And I guess because of it, I stopped missing you. I mean look at today.... (L: -I guess I should have said something. Anyhing. I mean, for a guy who wants to be a writer, it suddenly seemed like no words had ever been written. But when someone tells you that they somehow stopped missing you, you are pretty much screwed no matter what you say.)
B: -It shouldn't be like this, Luke.
L: - Brooke..
B: - I'm sorry. I can't do this anymore. (L: -See, but there had to be something, right? Something that no one had ever said in the history of the world, something that could change this?)
L: - Brooke. I'm sorry.
B: - Yeah, me too. (L: - That wasn't it.)

16 Eylül 2011 Cuma

HOWE TO MAKE İT İN AMERİCA

Uzun süredir beklediğimiz dizi 2 ekimde yeni sezenu ile geri dönüyor. Ama geç oldu çok bekletti

16 Ağustos 2011 Salı

Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale :
-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var , der.

''Kadınlar hayatta en çok ne ister?'' budur bilmek istediğim...
Bu sorunun yanıtını getir kurtar kelleni der.

General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar ve Kafdağındaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir...

Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı bulur ve sorar:

-Kadınlar hayatta en çok ne ister?
Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki
yenilir yutulur cinsten değil...

-Evlen benimle!..

O zaman öğrenirsin ancak istediğini...

Bu ölümcül teklifi kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz
koşar Harun Reşit''e ve :

-Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!.
Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar
ancak cadıya da evlenmek için söz vermiştir.
Neyse evlenirler. İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada.....

Konuşur cadı :

- Benim kaderim böyle....

Günün sadece yarısı güzel olabilirim ,
diğer yarısı çirkinim der.

Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım ,
yoksa gündüzleri dışardayken mi?.....

General düşünür ve :
sen bilirsin kararı kendin ver der.

İşte o an korkunç cadı sonsuzadek güzel bir kadın olarak kalır....

Peki bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir???

1. Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2. Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3. İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır. :)

Hayatınız seçtiğiniz kadındır...... .

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz ,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.
Hayat kat kattır.

Babil''in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir
ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara ,
gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası ,
manzarası ve hayatıdır...

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.....

14 Ağustos 2011 Pazar

AKIL GÖZÜ

Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
Sana hep hep yeniden başlamak isterim.

Özdemir Asaf

13 Ağustos 2011 Cumartesi


Invictus


Out of the night that covers me,
Black as the Pit from pole to pole,
I thank whatever gods may be
For my unconquerable soul.

In the fell clutch of circumstance
I have not winced nor cried aloud.
Under the bludgeonings of chance
My head is bloody, but unbowed.

Beyond this place of wrath and tears
Looms but the Horror of the shade,
And yet the menace of the years
Finds, and shall find, me unafraid.

It matters not how strait the gate,
How charged with punishments the scroll.
I am the master of my fate:
I am the captain of my soul.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İnsanın sevdiklerinden vazgeçmek düşüncesiyle beraber yaşaması çok zordur.Bu zorlukla başedebilmek bir nevi insanın geçen yıllarını hiç yaşanmamış sayması ile eşdeğerdir.Peki bunca cefadan sonra bunun sefasını sürememe hezimeti işte o anlatılamaz bile.İşte böyle düşüncelerle çalkalanırken beynin birisi çıkar karşına sana daha önce verilmeyen değeri verir peki sen ona bu değeri verebilecek misin?Değeri verirsinde asıl sevgini verebilir misin?İşte bu çok zordur hatta imkansızdır.Bundan sonrada kimseye bu sevgiyi veremezsin çünkü yüzünü bi daha görmesen bile o insan hep aklındadır ve daima aklında kalmaya devam edecektir.Belki bu biraz abartıdır ama bana göre bu sevginin saflığının, temizliğinin yegane göstergesidir bunada saygım sonsuzdur.

Coldplay - Scientist

15 Temmuz 2011 Cuma

GECE NÖBETİ


Daha az seviyorum seni..

Giderek daha az..

Unutur gibi seviyorum..

Azala azala..

Aramızdaki uzaklığın karanlığında..

Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..

Daha az seviyorum seni..

Kendini iyileştiren bir yara gibi..

Daha az..

Ve zamanla..

Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..

Uzak dağ kışlalarında..

Görmüyoruz birbirimizi..

Usul usul sis iniyor..

Kopmuş yollara..

Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..

Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..

Sevgilim sevgilim

Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin

Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..

Artık daha az seviyorum seni..

Unutur gibi..ölür gibi daha az..

Yeniden ödetiyorum kendime

Onca aşkın öğretemediğini..

Kolay değildi..

Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..

Kaç acı birden imtihan etti beni..

Bir tek gece vardır insanın hayatında..

Ömür boyu sürer nöbeti..

Bu da öyleydi..

İyi ol..

Sağ ol..

Uzak ol..

Ama bir daha görme beni..

MURATHAN MUNGAN

26 Haziran 2011 Pazar

veda

Sessizce geldik soğuk bir akşamda
Hafif kar çiseliyordu, umutlarla, hayallerle
Artık uyanma vakti geldi
Sessizce gidiyoruz
Baktığımda arkama arkadan nasıl baktığımı görüyorum
Heycanlı, şüpheli,endişeli
Belkide biraz korkulu
Karanlık sessiz bir günde geldik
Karanlık bir gecede ayrılıyoruz yine
Sessizce geldik tanımadan
Sessizce gidiyoruz tanışamadan

24 Haziran 2011 Cuma

Yanlış sayfa aslında doğru sayfa olabilir

Bazı şeylerin yaşanılması gerektiğine,hataların yapılması gerektiğine inanırdım.Bunun içinde hatalar yapmaktan çekinmedim her hatadan ders almaya çalıştım.Bazıları tabiki çok acıttı beni,bazıları yordu,bazıları ise kapanmayacak izler bıraktı kalbimde.Sonunda belli bir karakterimiz oluştu ve naçizane belli bir olgunluğa eriştik.Şu an anlıyorum ki bunların hepsi boşmuş,hepsi insanın kendini kandırmasıymış.Bu güne kadar olanlar sadece sinek ısırığıymış aslında.Evet ilk defa bugün anlıyorum insanın kalbindeki yaranın nasıl sızladığını,ilk defa sevginin sıcaklığının eksikliğini anlıyorum.İnsan şöyle der ya kendine -bu aslında çok büyük yalandır- 'kendine yeni bir sayfa aç ve hayata yeniden başla' ya bu mümkün müdür? Sen aklında bir sayfayı bitiremediysen başka sayfaya nasıl geçeceksin? Bana göre mümkün değil ama bu yalana artık kendimi kaptırmam lazım çünkü o sayfa ben istesemde istemesemde kapandı.Şimdi ne yapmalı peki?İyisi mi işte bunun cevabını bilmiyorum.Eğer bunun cevabını bilen varsa buyursun bu yazıya devam etsin çünkü ben artık Rodrigo'nun gitar konçertosuna kendimi kaptırmış durumdayım.....

23 Haziran 2011 Perşembe

artısı eksisi

Camdan duvarlar arasında kalmış, yalın yalanlar. Kendilerini nasıl sakladılar? Yüreğim çok uzaklardayken nasıl bulup, ona dokunup kandırdılar? Kandırmak biraz ağır oldu. Kesin bir doğruydu benim bu yalanı istememem. Zoru kalmıştı geriye. Dile getirmekti çekincem. Bir insanın bir başkası üzerinde bu kadar hakkını bırakıp gitmesi için dinsiz imansız olması gerekiyordu. Dün bu saatlerde kıvranıyordum, ben ne yapıyorum diye. Söylemek istediklerimi söyleyememek beni bir yandan yiyip bitirirken, tuttuğum ele sıcaklığımı veremiyordum. Veremeyecektim. Kırdı bir kere kalbimi, yedi emeklerimi, görmezden geldi sevgiyi. "Elimi her ne için bıraktıysan umarım buna değer" diyecekti kalbim. Özgürlüğe değmesini istemeden. Ama sustu, onun yerine sarıldı. "Benim silahım zaman, seninki ne?" Zaman;
bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır. Ama sevenler için sonsuzluktur.Saatler uçar, çiçekler solar, yeni günler, yeni yollar, geçer gider. Aşk kalır. Korkak. Senin için çok hızlı zaman. Bu yüzden yüzündeki yorgun, ihtiyar ifade. İşte bu yüzden sevinmeyi bilmemen, gözlerinin içinin gülmemesi. Hayattaki en büyük mutluluk sevildiğinden emin olmaktır der Victor Hugo. Ben çok önceleri alevlendirdiğim intikam ateşinin yakıp yıktığı köylerin küllerini uçuran rüzgarın;ruhumla, kokumla iz bıraktığı yerde o mutlulukla bir kadeh şarap içiyorum. Hatıralarım, anılarım diye kucakladığım her şeyi tek seferde topladım. Tozlu raflarından indirdiğim albümdeki fotoğrafları bir çırpıda yaktım. Yakmak en temiz yol gibi geldi; geri dönüşü olmayan, yok olmaya geri kalan diğer her şeyden daha yakın olan. 'Ah' ım seninle olsun, daha kaç hayat yaşayacaksan. Affetmiyorum. Seni senin için affetmem. Eğer bir gün kendim için affetmem gerekirse, bırakır günahların yakanı.

22 Haziran 2011 Çarşamba

FALAN FİLAN

...Manzaraya daldım ses çıkarma
Gerçek can sıkar beni uyandırma...

21 Haziran 2011 Salı

Ben öyle sevdim

Sevgimi yetiremedim, döktüm, taştım, elimi yaktım, yüzümü kirlettim ama çıplak ayaklarımla bile üstünden geçmedim. Kavuşmadık, kavuşamadık , doğru dürüst sarılamadık, koklaşamadık,öpüşemedik. Azmettim, yılmadım benim sevgim yeter dedim. Köprüler inşa ettim yollar kurdum ulaşabilmek için çabaladım ama bir türlü ulaşamadım. Üzülmedim benim çabama değer ,sevgime değer dedim yetmedi. Kelimelerim tükendi ,dökülürken pıhtılaştı cümlelerim. Kesik bir yara izi gibiydi vücudumun tam ortasında, görünen yerinde sızlıyordu. Bir iz düşünün ki aynaya her baktığında hatırlansın, her sızladığında kendini anımsatsın. Bir iz ki yüce bir görevden kalma, kirli bir savaş meydanında ulaşamadığın bir memleketten hatıra ve bir iz ki kan kokusu hala dün gibi hatırında.
Ben öyle sevdim. Sevdiğim için karşımda binlerce insanla çatıştım. Gelen her söz darbesinden kurtulmaya çalışmadım, aksine içlerini dökmelerini sağladım. Kustular zehirlerini, eklediler son cümlelerini ve suretlerine baktım son bir kez, gözlerinde sevgiden eser yoktu, kaybedebilecek bir kalpleri yoktu ne yazık! Uğruna alın teri dökebilecekleri bir aşkları yoktu. Efkarlandığında iki kadeh atıp, sevgisini yineleyeceği birisi yoktu. Ne yazık ki ben onlar gibi yaşayamadım sevdiğimde kendimi küçük düşürmekten korkmadım aksine düştüm. Düştüğümde arkamdan koşanlarla ya da tekme atanlarla karşılaştım. Yıldım bitkinim hala kalkmadım , niyetli değilim. Ben öyle sevdim. Düştüğüm yerde yıllardır bekledim. Her sonbaharda bir parçam çürüdü, bir parçam yakıldı, bir parçam çöpe atıldı. Ben öyle sevdim.Bir akşam serinliğinde, yakınına düştüğüm bir bankta onu görmeyi, esintisiyle yer değiştirmeyi olur da paçasına takılırım belki yanında giderim diye beklemeyi sevdim. Ben sevdiğim için ezilmeyi seçtim…

18 Haziran 2011 Cumartesi

(Yükseliyormuş, duvar , yükseltiyorlarmış. Sesleri duyuyor musunuz? Bakın yine… Bu çığlık…Sanki… Bilemiyorum… Umarım ciğerlerin parçalanır orospu sus artık. Bağırmayı bırak. Lütfen, yalvarıyorum – sessiz ol-)

Çok büyük bir felaket içinden çıktık. Detayları hatırlamıyorum. Televizyon unutmamızı istemiyordu. Kusan kadınları, çocuklar, ezilen süzülen insan görüntüleri, durup dururken yere düşen insanlar. Kötü bir gündü. Kaçarken yerde yatan insanların üzerine basanlar, birbirini çekip düşürmeye çalışanlar. Görüntüler onlara bakıyordum.(Antideprasan kafamla ve tabi antideprasan gözlerimle. Ekrandan onların gözlerini görebiliyordum. Daha önce hiç göz görmemiş mi?)

Antideprasanlar avuç avuç. Doktor “Onların gözlerine bak ne kadar mutlu olduklarını gör ve bunu bir düşün” diyordu. (Virüslü olsaydım kaçmazdım, sonra duvarlar orada kalanlar, duvarların arkasında kalanlar)

Bir günde yaptılar kocaman yüksek kalın beyaz duvarı. Bazen gece boyunca susmuyorlar. Sabahın erken saatlerine doğru sesleri biraz azalıyor ama ertesi gün yine… Ordan bağırıp duruyorlar. Ben ilk zamanlar duvarları yapmaya başladıkları ilk zamanlar arka tarafa gidip onlara gizlice ekmek atıyordum ve bazen bir kaç şişe su. Fakat sustular mı? Hayır. Hatta daha fazla bağırmaya daha fazla çığlık atmaya başladılar. Bende bıraktım.

“Açım, biz burada çok açız lütfen” “Biz…” (Bunu söylemeli miyim)” Biz burada çok açız ve başka çaremiz yok”. (Söyleyemem… Söyle)” Biz birbirimizi yiyoruz orospu çocukları, biz açlıktan birbirimizi yiyoruz” (Arkada kaç kişi var?)

Duvarları yükseltiyorlar sonra biraz daha… Açıklamalar ardı ardına geliyordu ” Duvar gerekliydi” ” Duvar bizi kurtardı artık hastalık yayılmayacak” Hepimiz derin bir oh çektik.

Hastanedeydim insanlar durmadan konuşuyorlardı. ” Büyük felaket.” “Hastalık yayılıyor.” Hastanedeydim çünkü depresyondaydım.(Bağırmak istedim depresyon yayılıyor, depresyonum yayılıyor!)

Sevgilim… O gitti… (Çok acı… daha acı verici bir şey düşünemiyorum) Hayır hayır o gitti…. Gitti… ( Derin derin nefes al, burnundan al ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al 10…9…8…7… iyiyim, çok iyiyim, iyi biriyim 6…5…4…3…2…1.) O gitti…

Hastalık… TV… ” Bugün yedi kişi öldü” Olabilir dedim içimden olabilir.İnsanlar ölür, doğanı dengesi bu. Ama insanlar birbirini terk edemez…. Eder… Ama birden bir edemez. (Siz ölüyor olabilirsiniz ama sevgilimde beni terk etti) İçim o kadar acıyordu ki… İçim… Günler geçiyordu yada geçtiğini söylüyorlardı ve insanlar ölüyordu. “Size de bulaşabilir” dedi TV. Sorular soruyorlardı. “Bence orası bir an önce temizlenmeli” Bence hasta olanalar bir yere toplanmalı” Herkesin bir bencesi vardı.

İmza kampanyaları…. Bende imzaladım. (Virüs kapanların kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmasını onaylıyorum. Altına en güzel imzamı attım)Umurumda değil…. Umurumda değil… (Ben kendi kaderimle başbaşa bırakıldım,hiç bir şey olmuyor yaşamaya devam ediyorsun)

Tek hatırladığım ” Biz burada çok açız ve başka çaremiz yok” . Bir günde yaptılar. Bunu hatırlıyorum. Bu bir başarı hikayesi. Hastalığın daha fazla yayılmaması için düşünülen önlem çerçevesinde duvarların yapılmasın karar verildi. Duvarların yapımına bugün başlandı ve duvarlar bugün tamamlandı. Harika haber…. Hasta olanlar duvarların arkasında kalacak. Hepsi orada… Gerekli yardım yapılacak TV öyle söyledi.

Sevgilim… Onun için endişelenmiştim ya hastalığı kaparsa diye.(Keşke hasta olsaydı) Hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim, elini tutardım bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimiz çok severdik. (Keşke hasta olsa)

TV duvarı unuttu, arkadakileri unuttu. Ben hala onları duyuyorum. Evim işkence bahçesi. Belki taşınırım. Ses… Sadece ses… Onların o korkunç sesi. Duvarları yükseltiyorlarmış. (Seslerini kesseler daha iyi olur)

Ben kötü biri değilim. (Hayır hayır o gitti…. O gitti…. Derin derin nefes al, burnundan al ağzından ver, saymaya başla, nefes al 10…9…8…7… nefes almaya devam et 6…5…4…3…2…1.)

İyiyim, ben çok iyiyim, ben iyi biriyim (O gitti) Sadece…. Sadece uyuyamıyorum.

10 Haziran 2011 Cuma

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!: "“Seninki kaç santim?” kampanyasının sonucu belli oluyor. Tarım Bakanlığı balıkların ve denizlerin geleceğine Haziran’da karar veriyor. İş işten geçmeden, balıklar tükenmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."

7 Haziran 2011 Salı

KÜL

Kül yananın izlerini,ruhunu taşır içinde.Bazen rüzgarla birlikte tozlaşarak bilinmeyene doğru uçar gider.Söner ve o an tükenmişliği başlatır.Pompei'de olduğu gibi binlerce yıl rüzgara,fırtınaya dayanmış hiç bozulmayan taşlaşmış vücutlarla anlatır bize o anı.Bazen de yangından geriye kalanları anlatır bize ve vasiyetimdir size;
Savurun küllerimi Conk bayırından denize doğru.Bir yarım 57. alayla türküler söylesin,diğer yarımda Saroz da dolaşan küçük bir balık olsun.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

14 Mayıs 2011 Cumartesi



İnsanlar mutlu sonları severler.Yani 'sonsuza kadar huzur ve mutluluk içinde yaşadılar' diye biten sonları.Ne var ki böyle sonlar yalnızca ucuz romanlarda vardır. Aragon'un da dediği gibi 'Mutlu aşk yoktur'.Zaten aşk bu yüzden özel değil midir?






"Bir tek şimdiyi istediğinde senin olacağım. Bir tek şimdiyi istediğinde hep senin olacağım. Şimdi aldığım nefesin son nefesim olabileceğini gördüğünde, son nefesime kadar seninle olacağım. Giderayak olduğumu, giderayak olduğunu, giderayak olduğumuzu görünce gitmez olacağım. Ne yılan ne tavus ne de elmaydı günah olan. Hesaptı. Yarındı günah olan. Şeytanın zamanıydı: gelecekti günah olan. Hesap günü, bir tek hesaptan soracaklar. Hesap günü, bir tek hesaplarımız hesaba çekilecek. Biliyor musun şeytan yarında yaşar? Tıpkı senin gibi. Senin elmanı ısırırsam şeytanı gebe bırakacağım. Kabil'i doğuracaksın. Hırsı ve hasedi doğuracaksın. Ki onlar da geleceğin çocukları...

Sen 'şimdi'ye ağlamadıkça gözyaşların hep geleceği sulayacak. 'Sonra'nın tohumları var senin yumurtanın içinde. Ve onlar Habil'i öldüren ve kırk gün ölüsünü ne yapacağını bilemeyen Kabil'in tohumları. Onu gömmesi gerektiğini bile bir kargadan öğrenecek. Sen ölümsüz bir aşkı ararken asla ölümsüz olamayacak aşkımız." Cem Mumcu

8 Mayıs 2011 Pazar

BORED TO DEATH


"Bored to death" belki kahkahalarla güldürmüyor sizi ama kesinlikle izleyince mutlu oluyorsunuz. İzlenilmesi tavsiye edilesi dizi...

28 Nisan 2011 Perşembe

AKILLAN

yapabileceklerin o kadar çokken neden az ile yetiniyorsun a ben,sen,o,biz,siz,onlar

korkusuz doğupta korkak olan

aç doğupta doymadan ölene ne demeli peki

eline,ayağına ağzına bakacağına bakmıyor ki gözüne tam içine bedenine değil ruhuna

yapma bunları kardeşim bırak artık bu ayakları...

25 Nisan 2011 Pazartesi

26 Şubat 2011 Cumartesi

Fotografımıza yorum yapmaya gerek var mı?
Fıkralarımızın diyarı Karadenizden...